İsrail?in tek taraflı ateşkesiyle birlikte derin bir nefes aldık.Özür dilerim, cümlem eksik oldu.Tekrar başlıyorum.
İsrail?in tek taraflı ateşkesiyle birlikte suyun dibinde derin bir nefes aldık.İşte şimdi cümle,duruma cuk oturdu. Gazze de bomba seslerinin susmasıyla,ağıt ve feryatlar daha net duyulur oldu.Son haftalarda bende sizler gibi Filistin?i çok düşündüm.Bu arada eskiden söylediğimiz, dinlediğimiz Filistin marşlarını farkında olmadan, mırıldanırken yakaladım kendimi.Her dinlediğimde beni,Mescidi Aksaya taşıyordu bu sözler. Dünden bu güne, bizim dışımızda değişen pek bir şey yoktu aslında.
Akan bütün kanlar,hak için aksa,
Esir mi olurdu, Mescidi Aksa? Mısraları beni hala hiddetlendirirken,
Toprağına rahmet yağmuru yağdı,
Filistin, Filistin sabret az kaldı. Eskiden umutla söylediğim bu sözler,şimdi boynumu büküyordu.
Sabret az kaldı?tutamadığımız bir sözdü sanki!
Kulağıma eski bir dostun sesi gibi gelen bu nağmeler beni ,ilk Filistin kermesini yaptığımız o mekana götürüyor.Teypten yükselen Filistin marşları Seyit Harun mahallesindeki insanları hayyalelfelah etkisiyle , kermesin yapıldığı salona çekiyordu.Yirmi yıl önceydi.Daha önce,?Filistin ?,?kermes? kelimelerini duymamış birçok insana,önce derdimizi anlatıp ,sonra da satış yapabilecek kadar, gözü kara ve girişimci olduğumuz günlerdi.Hatırlıyorum da,beyaz bir karton parçasının üzerine keçeli kırmızı kalemle yazdığım ?Filistin kan ağlıyor? yazısının üzerine yağmur yağmıştı da,diğer panoların da ıslanmasına rağmen,sadece bu panonun üzerindeki yazıları akıtmış ve gerçekten akan kana benzeyen bu tablo, hepimizi hislendirmişti.Mucizeler bekliyor, mucizeler buluyorduk.Henüz bazılarımız on
sekizinde bile değildi.Ama,kocaman yüreklerimiz,kendimizden vazgeçişlerimiz,hakkı tercih edişlerimiz vardı.
O yıllarda melekler bize eşlik ederdi,yada biz öyle hissederdik. ,Allah ile kalkar, Allah ile yola koyulurduk.Rüyamızda Rasulullah?ı görmeye niyetlendiğimiz,Allah ile uykularımız?besmeleyi tefsir eden hayatlarımız vardı.
Hakka ve birbirimize sevdalı bir avuç yarendik.Yarenliğimiz,sözün en güzeli,yarimiz Allah dı .Bir aradayken içtiğimiz demli çaylar,sabaha kadar uyanık kalmak,anlatacaklarımızı okumak,okuduklarımızı tartışmak,en önemlisi ne kadar uzun sürerse sürsün hep yarım kalan muhabbetimizin bahanesiydi.Bilgiye aç ruhlarımız,öğrendiğiyle amel eden,amel etmese helak olmaktan korkan bilinçlerimiz vardı.
Belki de zoru sevmiştik. Aykırılığı, başkaldırmayı,yasağa inat yaşamayı ? Heveslerin kursaklarda,sevdaların yüreklerde kilitlendiği,mecburiyetlerin hayallerin önüne geçtiği günlerdi.
Her yeri kasıp kavuran bir yangın vardı. Biz uyanmıştık ve uyuyanları uyandırmak,avazımız çıktığı kadar bağırmak,onları kendimize tercih etme pahasına çalışmak ,dumana rağmen etrafı net görmek ve göstermek zorundaydık.Bunu yaparken doğru bilgilenmeli,enerjimizin devamlılığı için,Kur ?andan beslenmeli ve düzgün örnekler olmalıydık.Eksiklerimiz vardı,ölçü değildik elbet.
Doğumlarımız,düğünlerimiz, ölümlerimiz kısacası bizim için, insanların toplandığı her mekan uyanış için bir fırsattı.Hiç bir şeyi yıkmak istemiyorduk ki.Bozulanları onarmak,
dağılanları toparlamaktı niyetlerimiz.Modellerimiz ,asrı saadet sakinleriydi.Onlar ilklerdi,kendilerini yeni gelecek nesiller için feda etmişlerdi.Örtümüz zırhımız,duamız kalemizdi.?Her sabah şahadeti koyardık duamızın başına.?Öyle sevgi doluyduk ki,bizi dışlayanlara bile kin tutmaz,bir gün bizi anlayacakları günleri, özlemle beklerdik.
O zamanlar İbrahim Sadri dinler,Ulvi Alacakaptan seyreder,Ömer Karaoğlu ile coşardık.Neycisin? diyenlere,gülümseyerek şeyciyim demek ve sadece Allah?a bağlı olmak bizim için bir özgürlüktü.Tek başına bir ümmettik hepimiz.
Kur?an ayetlerini dinleyince kalbimiz titrer,siyer okurken Mekke ,Medine sokaklarında gezerdik.Mekke deyince aklımıza işkence gelir, Medine deyince cihadı düşünürdük.Birbirimizi telefonla kaldırdığımız gece namazlarımız,günahlarımıza kefaret, tuttuğumuz oruçlarımız vardı.Çeyiz sandıklarımıza doldurduğumuz kitaplarımızsa en kıymetli hazinelerimizdi.
Sonra gün geldi bir rüzgar esti.Tohum misali savurdu her birimizi.Kimi kıraç toprakta bile kök saldı yeşerdi .Kimine yel, kimine sel vurdu.Bazıları yangın yerinde kaldı.İmtihandı ,yalan dünyaydı?
Yalan dünyanın gerçek dostlarıydınız.O günleri sizle,sizi o günlerde özlüyorum.Birbirimizi evlerimize kadar geçirmelerimizi,ellerimizden sıkı sıkı tutuşlarımızı,hayallere dalışlarımızı ,gülmeyle ağlama arasında gidiş gelişlerimizi,hislerle haberleşmelerimizi,sabrımızı ,teslimiyetimizi...
Hatırlıyor musunuz,bizi ayakta tutan birazda düşmanın azmiydi .İsrail?in söylediği;
?Dünya Yahudilerin olmadıkça sabah uykusu bize haramdır? sözü değil miydi bizi tatlı uykularımızdan uyandıran.O uyumuyorsa ben de uyumamalıyım düşüncesi,çalar saatimiz olmamış mıydı.Yoksa sabah uykularına yenik mi düştü yorgun bedenlerimiz.Yanımızda ,uyudukça bizi dürten dostlar mı bulamadık.Yoksa dost olmayı mı unuttuk.
Düşmansa , o günlerden beri hiç uyumadı , hiç unutmadı,hiç unutmayacak.
İsrail?in tek taraflı ateşkesiyle birlikte derin bir nefes aldık.Özür dilerim, cümlem eksik oldu.Tekrar başlıyorum.
İsrail?in tek taraflı ateşkesiyle birlikte suyun dibinde derin bir nefes aldık.İşte şimdi cümle,duruma cuk oturdu. Gazze de bomba seslerinin susmasıyla,ağıt ve feryatlar daha net duyulur oldu.Son haftalarda bende sizler gibi Filistin?i çok düşündüm.Bu arada eskiden söylediğimiz, dinlediğimiz Filistin marşlarını farkında olmadan, mırıldanırken yakaladım kendimi.Her dinlediğimde beni,Mescidi Aksaya taşıyordu bu sözler. Dünden bu güne, bizim dışımızda değişen pek bir şey yoktu aslında.
Akan bütün kanlar,hak için aksa,
Esir mi olurdu, Mescidi Aksa? Mısraları beni hala hiddetlendirirken,
Toprağına rahmet yağmuru yağdı,
Filistin, Filistin sabret az kaldı. Eskiden umutla söylediğim bu sözler,şimdi boynumu büküyordu.
Sabret az kaldı?tutamadığımız bir sözdü sanki!
Kulağıma eski bir dostun sesi gibi gelen bu nağmeler beni ,ilk Filistin kermesini yaptığımız o mekana götürüyor.Teypten yükselen Filistin marşları Seyit Harun mahallesindeki insanları hayyalelfelah etkisiyle , kermesin yapıldığı salona çekiyordu.Yirmi yıl önceydi.Daha önce,?Filistin ?,?kermes? kelimelerini duymamış birçok insana,önce derdimizi anlatıp ,sonra da satış yapabilecek kadar, gözü kara ve girişimci olduğumuz günlerdi.Hatırlıyorum da,beyaz bir karton parçasının üzerine keçeli kırmızı kalemle yazdığım ?Filistin kan ağlıyor? yazısının üzerine yağmur yağmıştı da,diğer panoların da ıslanmasına rağmen,sadece bu panonun üzerindeki yazıları akıtmış ve gerçekten akan kana benzeyen bu tablo, hepimizi hislendirmişti.Mucizeler bekliyor, mucizeler buluyorduk.Henüz bazılarımız on
sekizinde bile değildi.Ama,kocaman yüreklerimiz,kendimizden vazgeçişlerimiz,hakkı tercih edişlerimiz vardı.
O yıllarda melekler bize eşlik ederdi,yada biz öyle hissederdik. ,Allah ile kalkar, Allah ile yola koyulurduk.Rüyamızda Rasulullah?ı görmeye niyetlendiğimiz,Allah ile uykularımız?besmeleyi tefsir eden hayatlarımız vardı.
Hakka ve birbirimize sevdalı bir avuç yarendik.Yarenliğimiz,sözün en güzeli,yarimiz Allah dı .Bir aradayken içtiğimiz demli çaylar,sabaha kadar uyanık kalmak,anlatacaklarımızı okumak,okuduklarımızı tartışmak,en önemlisi ne kadar uzun sürerse sürsün hep yarım kalan muhabbetimizin bahanesiydi.Bilgiye aç ruhlarımız,öğrendiğiyle amel eden,amel etmese helak olmaktan korkan bilinçlerimiz vardı.
Belki de zoru sevmiştik. Aykırılığı, başkaldırmayı,yasağa inat yaşamayı ? Heveslerin kursaklarda,sevdaların yüreklerde kilitlendiği,mecburiyetlerin hayallerin önüne geçtiği günlerdi.
Her yeri kasıp kavuran bir yangın vardı. Biz uyanmıştık ve uyuyanları uyandırmak,avazımız çıktığı kadar bağırmak,onları kendimize tercih etme pahasına çalışmak ,dumana rağmen etrafı net görmek ve göstermek zorundaydık.Bunu yaparken doğru bilgilenmeli,enerjimizin devamlılığı için,Kur ?andan beslenmeli ve düzgün örnekler olmalıydık.Eksiklerimiz vardı,ölçü değildik elbet.
Doğumlarımız,düğünlerimiz, ölümlerimiz kısacası bizim için, insanların toplandığı her mekan uyanış için bir fırsattı.Hiç bir şeyi yıkmak istemiyorduk ki.Bozulanları onarmak,
dağılanları toparlamaktı niyetlerimiz.Modellerimiz ,asrı saadet sakinleriydi.Onlar ilklerdi,kendilerini yeni gelecek nesiller için feda etmişlerdi.Örtümüz zırhımız,duamız kalemizdi.?Her sabah şahadeti koyardık duamızın başına.?Öyle sevgi doluyduk ki,bizi dışlayanlara bile kin tutmaz,bir gün bizi anlayacakları günleri, özlemle beklerdik.
O zamanlar İbrahim Sadri dinler,Ulvi Alacakaptan seyreder,Ömer Karaoğlu ile coşardık.Neycisin? diyenlere,gülümseyerek şeyciyim demek ve sadece Allah?a bağlı olmak bizim için bir özgürlüktü.Tek başına bir ümmettik hepimiz.
Kur?an ayetlerini dinleyince kalbimiz titrer,siyer okurken Mekke ,Medine sokaklarında gezerdik.Mekke deyince aklımıza işkence gelir, Medine deyince cihadı düşünürdük.Birbirimizi telefonla kaldırdığımız gece namazlarımız,günahlarımıza kefaret, tuttuğumuz oruçlarımız vardı.Çeyiz sandıklarımıza doldurduğumuz kitaplarımızsa en kıymetli hazinelerimizdi.
Sonra gün geldi bir rüzgar esti.Tohum misali savurdu her birimizi.Kimi kıraç toprakta bile kök saldı yeşerdi .Kimine yel, kimine sel vurdu.Bazıları yangın yerinde kaldı.İmtihandı ,yalan dünyaydı?
Yalan dünyanın gerçek dostlarıydınız.O günleri sizle,sizi o günlerde özlüyorum.Birbirimizi evlerimize kadar geçirmelerimizi,ellerimizden sıkı sıkı tutuşlarımızı,hayallere dalışlarımızı ,gülmeyle ağlama arasında gidiş gelişlerimizi,hislerle haberleşmelerimizi,sabrımızı ,teslimiyetimizi...
Hatırlıyor musunuz,bizi ayakta tutan birazda düşmanın azmiydi .İsrail?in söylediği;
?Dünya Yahudilerin olmadıkça sabah uykusu bize haramdır? sözü değil miydi bizi tatlı uykularımızdan uyandıran.O uyumuyorsa ben de uyumamalıyım düşüncesi,çalar saatimiz olmamış mıydı.Yoksa sabah uykularına yenik mi düştü yorgun bedenlerimiz.Yanımızda ,uyudukça bizi dürten dostlar mı bulamadık.Yoksa dost olmayı mı unuttuk.
Düşmansa , o günlerden beri hiç uyumadı , hiç unutmadı,hiç unutmayacak.

