Âdem?de güçlü ve güzeldi.
Yapılı ama narindi. Zarif ama heybetliydi. İnce ama derindi.
Toprağı dünyadan suyu cennettendi. Bu yüzden gölgesi vardı. Farklıydı yani. Demem o ki, cennetin cemi cümlesi ondan daha güzelinin olamayacağından neredeyse emindi.
Tâ ki Havva yaratılıncaya kadar.
?
Havva sadece güzel değildi.
Aynı zamanda tatlıydı, sevimliydi.
Sıcak, cana yakın ve gönüldendi.
Boyu boyuna uygundu Âdem?in, endamı endamına.
Ama sanki teni onunkinden daha parlak, gözleri, bakışları daha gizemliydi. Ve sanki daha çetrefildi. Ve bu çetrefil açık değil gizliydi. Zahir değil içteydi. Her halde Havva aynı anda çok şeydi. Ve ona ilk bakışla son bakış birbirinin aynı değildi.
?
Hem tehlikeydi hem tehlikedeydi. Hem suç ortağıydı Havva hem suçun teşvikçisi hem suçun ta kendisi.
Her türlü hiddeti doğuracak denli sebepti. Ama aynı hiddeti teskin edecek denli de güzeldi. Çünkü Havva saf güzellikti ve güzellik hiddeti durduracak yegâne şeydi.
?
İsmini henüz bilmeyen Havva kendisini bir şelâle suyunun havuzunda bulup ta hem uysallıkla hem dik başlılıkla etrafına bakındığında.
?
Kimin sol yanını boş bıraktığını bilmiyordu.
Kimi tamamlayacaktı? Kimi eksiltmişti?
Merak etti... Hani ya, merak onun özelliğiydi? Gelmişti, öyleyse bu geliş sebepsiz değildi.
Az ilerde gördü onu.
?
Ben kadınım, dedi Havva, ama bu benim sıfatım. Adımı henüz bilmiyorum.
Sonra döndü Âdem?e, aklına bir şey gelmişti.
Sesi, bengisular gibiydi.
Bana, dedi, bir isim ver, varlığım olsun.
Durdu, aklından yeni bir şey geçti. Bana, dedi, sen isim ver, varlığım senin olsun.
Bana öyle bir isim ver ki senin adının yanında dursun.
Seni anan beni de ansın. Seni hatırlayan beni hatırlamadan olmasın.
Bir ?ile? koy aramıza bizi birbirimize bağlasın.
?
Âdem?in ismini yaratıcı vermişti. Havva?yı Âdem adlandırdı.
Havva?nın adı adına, ruhu ruhuna, varlığı varlığına katıldı.
Bedeni? Zaten kaburgası kadar Âdem?e yakındı.
?
Elinden gelse Âdem bildiği bütün isimleri Havva?ya verecekti.
Bildiği isimlerin hepsini Havva?ya veremedi ama her defasında ona bambaşka bir isimle seslendi. Bambaşka bir vasıfla vasfetti. Havva?ydı bu, hazineydi.
?
Ezelden tanışlardı tanış olmasına ya, yine de Âdem, Havva?yı daha çok bilmek daha fazla tanımak için dayanılmaz bir arzuyla doldu taştı. Havva?da her an tanınmaya değer yeni bir yan vardı. Tanıdıkça, Havva bir sırlar kitabının sayfaları gibi Âdem?e açıldı.
?
Âdem?in tümü zannettiği her güzellik Havva?nın sadece bir parçasıydı.
Güzellik bu hikayenin dönüp dolaşıp varılan eylemi. Bu kadar güzelliğin arasına kaçınılmaz olan aşkın kelimesi de geldi yerleşti. Bu ilk erkek, ilk kadına, kendisinden sonraki bütün erkeklerin bütün kadınlara duyacağı kuvvenin yekȗn fiiliyle muhabbet etti. Havva böğründen çıkıp ta yanına uzandığında anlamsız erkek oluşu bir anlam kazandı. Varlığın özü muhabbet; gizliydi Âdem, aşikar kılındı.
?
Havva Âdem için, benim değildi ben?di. Ben değil sen?di. Hâsılı bu insan çiftinden hiçbirisi bir tek ve kendisi için değildi.
Ne Havva Âdem?e eşit.
Ne Âdem Havva?dan üstün.
Eşitliğin mȗteber ölçü olmadığı bir her zaman endazesinde eşit değil denklerdi.
Bu kadar farklı ama bu kadar birbirine göre. İkisinin varlık nedeni, başka bir hesabın rakamlarıyla yazılı: Bütünleyici.
Ne eksikse Âdem?de, Havva?da o fazla. Ne fazlaysa Âdem?de, Havva?da o eksikti.
?
Havva Âdem?in sükun bulması için yaratılmıştı yaratılmasına ya, çoğu kez sakin bir liman değil fırtınalı bir deniz oluyordu.
Durgun bir su olup aktığı zamanlardan çok boğarken hayat veriyor, taşkınıyla diriltiyordu.
Garip bir güzellikti bu ama her haliyle güzeldi.
Güzeldi ve güzelliği sanki Âdem ona baktıkça çoğalıyordu.
Çoğalmak istiyordu zaten, bu yüzden saklamıyordu kendisini Havva, görünüyordu.
?
Sesi akıllara durgunluk veriyor, gülümseyişi ölümlerden ölüm, ağlayışı dirim oluyordu.
?
Yâ Rabbi neydi bu ki Âdem?e Havva?nın ettiğini kimse kimseye etmiyordu.
Yine de Âdem, Havva?dan şikayet etmiyor, daha yok mu, diyordu.
?
Kadındı bu. Halleri, muhalleri, ânı, niyeti, bulaşıyordu, akıyordu. Durmuyordu bir yerde, sızıyordu.
Âdem şaşırdı. Bu kadının hallerini neredeyse kendisine öğretilmiş isimlerin arasında bulamayacaktı. Neticede, yaratıkların bu en şereflisi, bütün isimlerin emanetçi efendisi, esmâ taliminin gözdesi, o kadar kelimeyi aklında tutmuş öğrenmiş birisi, bir türlü Havva?yı tam anlamıyla anlayıp kavrayamadı. Açtı da açıklayamadı.
?
Öyle sevdi ki Âdem. Onun yanında bir büyüdü bir çocuk oldu. Bir coştu bir duruldu. Havva?nın her hali hoştu.
Şefkat doluydu Havva?nın bakışı. Havva?nın ilgisi.
Havva?nın Âdem?e tâbiliği. Mȗnisliği. İtaati.
?
Su değince, yel esince, üzerine gece inince, Âdem kadar masum oluşu. Bozulmaması bu masumiyetin. Hep masum oluşu. Çünkü masumluğundan habersiz oluşu.
Öyle bir dal budak, kök yaprak saldı ki içinde Havva, Âdem?e nefes alacak yer kalmadı. Ama bu havasızlıkta Âdem her dem yeniden yaratıldı.
?
Âdem?in Havva?ya bu ilk bakışı cennette bile kalbe sığmayan aşkın arı duru bakışı.
Her görüşünde ilk kez görür gibi.
Her bakışında son kez bakar gibi.
Ama Âdem kendisine ne olduğunu anlayıpta ilk anda aşkın adını koyamadı. Neden sonra bir baktı ki Kelimeler Kitabı?na. Sıradan insanlar aşk diyeceklerdi bu erimenin, bir?ikmenin, bu bir?leşmenin adına.
Aşk öylece geldi. Aralarına girdi.
Ama ayırmadı birleştirdi.
Öznesi çiftse de eylemi birdi.
Ben ve sen?den ibaret, ne tek sen ne de tek ben, hem sen hem ben, bir cennet öznesi onlar içindi.
Ve Havva ile çift olduğunda Âdem yalnızlığın ancak Allah?a mahsus olduğunu anladı. Demek bundan böyle Havva?sız yapamazdı?..
NOT: Bu haftaki kitabımız yukarıda bir bölümünü alıntıladığım Prof. Nazan BEKİROĞLU?nun LA?sı. ??Hikayenin ismi düştü dilime bir gece: LA. İLLA dedim. Bir ömür boyu aradığım hece harfinin LA olduğunu bildim.?? diye başlıyor anlatmaya yazar ve devam ediyor?

