6 Aralık 2025, Cumartesi
21:55
23.07.2025
MANSET_ALTI Reklam Alanı

Son günlerde bazı insanların yüksek bir sesle dile getirmeye başladığı bir konudur              ? ötenazi ?.  Grekçe kökenli bir kelime olan ? Eutanasia ?, ? güzel, iyi ölüm ?  anlamına geliyor.                  Eski Yunan da çıktığı kabul edilen bu uygulamanın temel sebebinin, soylu kimselerin hasta,  yaşlı ve sakat bir bedende görünmeyi kendilerine yediremeyip bir an önce bu hayattan kurtulmak için başvurdukları bir yol olarak karşımıza çıkar.

            Eski Sparta?da ise tarihi rivayetlerden anlaşıldığına göre iyileşmesi mümkün olmayan ve engelli kimselerin aslanlara atıldığı görülmektedir.

            Babil ve Asurlular devletinde ise ötenazi anlayışı devam etmiş ve doktorun, iyileşmesi mümkün olmayan hastalara herhangi bir müdahalede bulunması yasaklanmıştır.

            Yani en eski dönemlerden itibaren sürekli tartışılan, gündemde olan bir konudur         ? ölme hakkı. ?

            Ben de birkaç gün önce televizyonda bu konu hakkında bir tartışmaya şahit olduğum için bir şeyler yazmaya karar verdim. Programda bu konunun merkezinde olan iki kimse yer alıyordu. Bunlardan biri, bundan beş sene önce geçirdiği bir trafik kazasında boyundan aşağısı tutmayan, omurilik felçlisi bir resim öğretmeni ile tam on yedi yıl boyunca hasta kızına baktıktan sonra kendi deyimiyle onun ?  acılarını dindiren ? yani kızına ötenazi yapan, kızının ilaçlarını vermeyerek onun ölümüne sebep olan bir anne.

            Muhtemelen ellili yaşlardaki Tuğrul öğretmen, Türkiye Cumhuriyeti devletine kendisini öldürmek ( ötenazi )  için başvuruyor fakat yasalarımıza göre bu suç olduğundan olumlu bir yanıt alamıyor ve o da ötenazi uygulamasının serbest olduğu, devlet tarafından suç sayılmayan Hollanda?ya iltica talebinde bulunuyor ve oraya yerleşip hayatına orada son vermek istiyor.

            Kendi durumunu anlatırken ise söyledikleri çok manidar ve ancak o durumu yaşayabilenlerin kavrayabileceği şeyler : " Yarışın ortasında ayağı kırılmış bir at gibiyim. Ne ayağa kalkıp yarışa devam edebiliyorum ne yarışı terk edebiliyorum. Tek seçeneğim birinin beni vurması, ama kimse beni vurmak istemiyor. Hâlbuki ? Atları da vururlar.?  Bedenim kafamdan ve düşüncelerimden ayrı gibi. Yere düşen cam bardak misali tuz buz olmuş. Artık toplayıp yapıştırıp eski haline kimse getiremez. Paramparçayım? ?

            Bu açıklamaları dinlerken aklıma üç yıl önce izlediğim ? İçimdeki Deniz ? isimli bir film geldi. Bu filmde bir kaza sonucu yaşamının kalan kısmını yatakta geçirmek zorunda kalan bir adamın ötenazi hakkına sahip olma mücadelesi konu ediliyor. Filmin kahramanı Ramon Sambedro ötenazi hakkını mahkemelere savunurken şöyle diyor: ? Sayın Yargıçlar ve Din Görevlileri, biraz önce izlediğiniz görüntülerden sonra sormak isterim. Biçimsiz ve bozulan bir bedenin bekçisi olan bu insan için saygınlık nedir? Vicdanlarınızın vereceği yanıt ne olursa olsun benim için saygınlık bu olamaz. Ben, yaşamı özgürlüğü seven çoğu insan gibi yaşamanın bir hak olduğuna ama bir zorunluluk olmadığına inanıyorum. Bunu daha fazla yapmayı da reddediyorum. "

            Zor bir durum açıkçası. Ve dediğim gibi ancak bunu yaşayan kimselerin anlayabileceği bir gerçek. Bir başkasına bağlı olarak bir hayat geçirmek, saçlarını elleriyle tarayamamak, bir bardağı tutup çay içememek, kaşığı eline alıp çorbanın içine daldıramamak, tiryakisi olduğu sigarayı yakıp parmaklarının arasında tutamamak, geceleri yatırken rahat bir şekilde sağa ve sola dönememek, susadığında sürahiden bir bardak su dolduramamak, aynanın karşısına geçip sinekkaydı tıraş olamamak, bilgisayarın başına geçip internette dilediği gibi sörf yapamamak, bir kitabı eliyle tutup sayfalarını çevirememek, yeni doğan çocuklarını ve torunlarını kucağına alamamak, televizyonun başına geçip kumandayla kanallar arasında zap yapamamak?

Ve daha nicelerini sıralayabiliriz bu saydıklarımın arasına. Aslında, o kadar önemsiz görülen ve çok basit şeylerden bahsettim, örnekler verdim ki; hepimizin ne kadar büyük nimetler içinde yüzdüğünü, balık misali ? çoğumuzun suyun içinde olduğunu ve o suyun değerini bilemediğimizi ?  hatırlatmak istedim.

Peki, bunca büyük sıkıntı ve zorluklara rağmen insan ölmeyi istemeli midir, böyle bir hak kendisine yaratıcısı tarafından verilmiş midir?

Hıristiyanlık, Musevilik ve İslamiyet gibi ilahi kaynaklı dinlerin tamamında, insanın kendi kendine yaşamına son verme hakkının bulunmadığı kabul edilmektedir. İnsanın ben bu hayatı beğenmedim, bunu kabul etmiyorum diyerek kendi eliyle veya bir başkasının yardımıyla yaşamını sonlandırması kesinlikle yasaklanmıştır.

O halde yasaklanan bir şeyin karşısına İslam dini bir alternatif çıkarmış mıdır? Böyle bir durumda insanların nasıl davranmasını öğütlemiştir? Hepimizin bildiği Eyüp Peygamber kıssası bizlere niçin anlatılmıştır?

Sınırları ve yapacakları belli olan, aciz kullar olarak şüphesiz bizlere böyle durumlarda  ? sabır ? dan başka bir çare yoktur. Bu dünyanın bizlere hazırlamış olduğu sürprizlere karşı tek silahımız, Allah?a tevekkül edip ondan Hz. Yakub?un ifadesi ile ? güzel bir sabır ? dilemekten başka bir şey değildir. 

Peygamberimiz de ? Sabırdan daha hayırlı ve geniş bir nimet hiçbir kimseye verilmemiştir. ? buyurarak her zorluğun üstesinden gelebilecek yegâne ilacın sabır olduğunu vurguluyor.

Her insan kendi içinde bulunduğu durumu en kötü olarak görür tabiatı gereği. Böyle durumlarda olaylara daha geniş bakmalı ve her acı olaydan alınabilecek derslerin olduğunu, bu dünyanın yaratılma amacının bizlerin imtihanı olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Olayın sadece bir boyutunu gören bizler her yönüyle gören yaratıcıya teslim olmalıyız.

NOT ETTİKLERİM:  ? Sizden hiç kimse maruz kaldığı bir zarar sebebiyle, ölümü temenni etmesin. Mutlaka onu yapmak mecburiyeti hissederse, bari şöyle söylesin: Rabbim! Hakkımda hayat hayırlı ise, yaşat. Ölüm hayırlı ise canımı al. ? ( Hadis ? i Şerif )

ICERIK_ARASI Reklam Alanı
Etiketler: #yazilar
SOL1 Reklam Alanı

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ

MOBIL_UST Reklam Alanı
Alt Banner Reklamı