(2) Bölüm
Bir önceki yazımda belirttiğim gibi, Resulü Ekrem’in pâk zevcesi Ümmü Habibe, Ebû Süfyan’ın kızı idi. Ebû Süfyan Müslüman olmadan önce Hudeybiye antlaşmasını yenilemek üzere Medine’ye gelmişti. Allah Resulü (sav) Efendimize uğramadan kızı Ümmü Habibe’nin yanına uğradı. Ebû Süfyan’ın, kızının odasında gördüğü bir minderin üstüne oturacağı sırada kızı Ümmü Habibe validemiz, minderi çekip aldı. Ebû Süfyan,
“Kızım anlayamadım! Sen minderi mi benden, beni mi minderden esirgiyorsun?” diye sordu.
Ümmü Habibe validemiz, “Baba bu, Allah Resulünün (sav) minderidir. Sen ise şirk içindesin! Senin gibi bir müşrikin Allah Resulünün (sav) minderine oturmasına müsaade edemem!” diye cevap verdi.
Allah Resulünün hatır ve sevgisi, hiç bir hatır ve sevgisiyle değişilmez. Onların hatırları anne babanın, hatırına hele birde müşrik olursa asla feda edilmez! Allah Resulüne olan sevgi başkalarının hatırıyla ölçülmez. Çünkü insana ebedî saadeti kazandıran, Allah Resulüne olan samimi muhabbettir.
Ebû Süfyan kızının bu hareketine kızdı ve oradan ayrılırken kızı Ümmü Habibe validemiz,
“Babacığım! Senin gibi, Kureyşlilerin büyüğü bir kimse, nasıl olur da Müslümanlıktan uzak kalır?”
Ebû Süfyan’ın kızgınlığı daha da arttı.
“Yazıklar olsun sana! Senden bu sözleri de mi işitecektim?” dedi. Öfkeyle oradan ayrıldı ve Allah Resulünün huzuruna vardı.
Ebû Süfyan “Ey Muhammed! Hudeybiye Muahedesi’ni yenile ve mütareke müddetini de uzat!” dedi.
Peygamber Efendimiz hiç bir şeyden haberi yokmuş gibi, “Ey Ebû Süfyan! Sen Medine’ye bunun için mi geldin?” diye sordu.
Ebû Süfyan, “Evet, bunun için geldim!” dedi.
Resul-i Ekrem (sav) “Biz, aramızdaki o ahit üzerinde duruyoruz! Yoksa siz, bir hadise çıkarıp onu bozdunuz mu?” diye sordu.
Ebû Süfyan, bir an durakladı. O anda ne diyeceğini kestiremedi. Sonunda cesaretini topladı ve
“Allah korusun! Öyle bir şey yapmadık! Ama biz, her şeye rağmen muahedenin yenilenmesini istiyoruz” diye, hiçbir şey olmamış gibi konuştu.
Resul-i Ekrem Efendimiz, bu teklifine herhangi bir cevap vermeden sustu.
Ebû Süfyan, çıkmaz bir sokağa girdiğini anlamıştı. Bundan nasıl kurtulabileceğini de bir türlü kestiremiyordu.
Resul-i Ekrem Efendimizden herhangi bir cevap alamayınca, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’ye (ra) başvurdu. Hepsinden cevabı ret alınca Hz. Ali’ye şöyle dedi:
“Ya Ali! Bu konuda bana ne tavsiye edersin?” dedi.
Hz. Ali,
“Vallahi, ben, senin için bu hususta faydalı olacak bir şey bilmiyorum! Ama sen, Benî Kinânelerin büyüğüsün. Kalk, iki taraf halkını uzlaştırmak için himayene aldığını ilan et! Sonra da çek git yurduna!” dedi.
Ebû Süfyan çaresiz ve bitkin bir vaziyette, bu tavsiyeye can simidi gibi yapıştı.
“Evet, sen doğru söyledin! Ben, bunu yapmalıyım!” diyerek Hz. Ali’nin yanından ayrılıp Mescid-i Nebevî’ye vardı.
Ebû Süfyan, mânen yorgun ve bitkin idi. Üzerine aldığı meseleyi halledememenin üzüntüsünü yaşıyordu. Mescid-i Nebevî’de ayakta dikildi ve
“Ey insanlar! Ben, iki tarafı uzlaştırmak için onları himâyeme aldım; haberiniz olsun!” dedikten sonra ürkek ürkek ilave etti: “Muhammed’in, bu taahhüdümde bana vefasızlık edeceğini hiç sanmıyorum.” Sonra, tereddütler içinde bocalar bir bitkinlikle Efendimizin yanına vardı. “Yâ Muhammed!” dedi. “Zannetmem ki bu himâye sözümü reddedesin!”
Peygamber Efendimiz,
“Ey Ebû Süfyan! Bunu sen söylüyorsun, ben değil!” buyurdu.
Ebû Süfyan meseleyi anlamıştı. Görüşmelerinden hiçbir netice alamamanın eziklik ve ümitsizliği içinde devesine zar zor atlayarak Mekke’nin yolunu tuttu.
EBÛ SÜFYAN, MEKKE’DE
Mekke’ye varan Kureyşliler, “Neler yaptın, anlat bakalım!” dediler.
Ebû Süfyan, kötü bir elçilik yapmış olmanın mahcubiyet ve ezikliği içinde, olup bitenleri olduğu gibi anlattı.
Allah Resulü (sav) Ebû Süfyan’nın Medine’ye gelerek Hudeybiye antlaşmasını yenilemek istemesiyle, eski antlaşmayı bozdukları kendileri tarafından da belgelenmiş oldu. Artık Müslümanların önündeki Hudeybiye engelini Müşrikler kendi elleriyle kaldırmışlardı.
Hudeybiye engeli dedim, aslında Hudeybiye antlaşması görünüşte Müslümanların aleyhine idi. Ama asıl fetihte bu antlaşmayla gerçekleşmiş oldu.
Bu antlaşmanın bir maddesi, on yıl içinde iki taraf arasında savaş yapılmayacaktı. Peygamber Efendimiz bu antlaşmaya sadık kaldığı için Mekke’nin fethi de gecikiyordu. Allah Mekke Müşriklerini şaşırttı bu antlaşmayı kendi elleriyle bozdurdu fethin önündeki engel de kendiliğinden kalkmış oldu!
MEKKE’YE GİRİŞ HAZIRLIĞI
Allah Resulü (sav) Ebû Süfyan’a gerekli dersi verdikten sonra, fetih hazırlılarına başladı. Ancak bu kararını son derece gizli tutuyordu. Bu, onun başvurduğu bir tedbirdi. Bu taktiğe, düşmana hazırlanma fırsatı vermemek ve de fazla kan dökülmeden onları teslime mecbur etmekti. Çünkü o, Rahmeten lil âlemindi. Her şeyden evvel insanlara ebedî saadeti kazandıracak olan hak ve hakikati tebliğe memurdu. İnsanları imhaya değil, yaşatmaya memurdu. Teslim oldukları takdirde içlerinden birçoğunun gönlü İslam’a yönelebilir ve iman nimetini elde etmiş olabilirlerdi! O nedenle düşmanı tamamen imha etmek yerine ona galebe etmek, onun ulvî gayesine daha uygundu.
Allah Resulü (sav) fetih hareketini hanımlarından bile saklı tutuyordu. Hz. Aişe Vâlidimize sadece, “Yol hazırlığımı yap” demekle yetinmişti. Nereye gideceğini kimse bilmiyordu, bu seferde gizliliğe daha çok ihtiyaç duyuyordu. Çünkü Mekke-i Mükerreme gibi mübarek bir beldeye kan akıtmadan girmek, Kâbe-i Muazzama gibi yeryüzünün en şerefli ve faziletli binasını, kimseyi öldürmeksizin putlardan temizlemek istiyordu. Şu duası da bu niyetinin açık ifadesiydi:
“Allah’ım! Yurtlarına ansızın varıp kavuşuncaya kadar, Kureyşlilerin casus ve habercilerini tut, görmez ve işitmez hale getir! Beni, birdenbire görüp işitsinler!” (1)
Allah Resulü bir taraftan sözlü dua ederken, diğer taraftan da fiili duasını ihmal etmiyor. Ashabından Ebû Katâde (ra) kumandasında bir birliği Mekke istikametine değil de İzam vadisi tarafına gönderiyor. Kamuoyuna Necid tarafıyla meşgul olmak istiyormuş gibi bir hava estiriyor ve o istikamette haberler yaydırıyordu.
Böylece müşrikler herhangi bir endişe duymayacakları gibi herhangi bir hazırlığa da kalkışmayacaklardı.
İşte, bütün bu tedbirlere başvurduktan sonra, Resul-i Ekrem Efendimiz, bir kısım ashabına Mekke üzerine sefere çıkılacağını haber verdi ve hazırlanmalarını emir buyurdu.
O zamana kadar Medine etrafında İslamiyet’le müşerref olmuş birçok kabile vardı. Peygamber Efendimiz bu arada onlara da, “Allah’a ve ahiret gününe inanan, Ramazan başında Medine’de hazır bulunsun!” diye haber gönderdi.
Nebiyy-i Ekrem Efendimizin bu davetini duyan birçok kabile, Ramazan ayı başında Medine-i Münevvere’ye gelmeye başladı.
MEDİNE’DEN HAREKET
Ramazan ayının ilk günleri idi. Gönülleri Allah ve Resulünün muhabbetiyle coşup taşan on bin mücahit, Medine’de hazır bekliyordu. Bunların yedi yüzü muhacirlerdendi. Beraberlerinde üç yüz at vardı. Ensarın mevcudu ise dört bin idi. Onların da yanında beş yüz at vardı. Geri kalan asker sayısını, etraftaki kabilelerden gelen Müslümanlar teşkil ediyordu.
İslam ordusu, Mekke’ye girmeden önce, son bir defa daha ZÎTUVA vadisinde toplandı!
Not: üçüncü bölüm gelecek yazı mda!
Kaynak:
İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 39-40.
İstifade edilen Eser:
Peygamberimizin Hayatı
Yazarı Salih Suruç

