
S: Abdurrahman Hollanda’da İslami gelişmeler nasıl gidiyor?
Ç: Hollanda koşar adımlarla İslam’a doğru gidiyor.
İşte onlardan biri de ben Abdurrahman. Müslüman olduktan sonra Abdurrahman ismini aldım.
Konumuzu Abdurrahman şöyle anlatıyor: Hollanda’da bilhassa bürokratik kesimde Pek çok Hollandalı Müslüman oluyor, fakat makam ve mevkiini kaybetme korkusuyla açıklamıyor!
S: Abdurrahman İslam’la tanışmanız nasıl oldu?
Ç: “On-beş, on-altı yaşları arasındaydım, top oynarken Faslı arkadaşlarla tanıştım. Oyun esnasında çıkan bir anlaşmazlığı gidermek için arkadaşlardan biri “valla billa” dedi. Ben merak edip sordum “valla billa” ne demek? Onlar da bana dediler ki:” “Bir olayda şahidin yoksa o vakit Allah var, O her şeyi görür bilir bizde muhatabımızı inandırmak için O’nu şahit gösteririz.”
“O vakit ben düşündüm her şeyi gören ve bilen bir zat sıradan birisi olmamalı, böyle basit bir oyun için O’nun adı kullanılır mı?
Kafam karıştı, eğer sizin değiniz gibi Allah varsa nerededir? Biz burada oynarken o yoktu, nereden ve nasıl gördü dedim? Var dediğiniz Allah kimin ne yaptığını nasıl görüyor?
Ben onlara bunun gibi sorular sormaya başlayınca beni alıp bir camiye götürdüler. Orada da bazı kişilere sordum ama tatmin edici bir cevap alamadım. Daha sonra Türklerle tanıştım, aynı soruları onlara da sordum. Onlar “Böyle şeyler hemen ayak üstü çözüme kavuşturulamaz, sen bizimle gel” dediler. Beni cami gibi bir yere götürdüler, orada bisküvi ile çay getirdiler. Hem çayımızı yudumluyoruz hem de konumuzu konuşuyorduk. Konuşma devam ederken ve sorularıma tam cevap alırken bir ara dediler ki bizim dinimiz okuyarak öğrenmeyi teşvik ediyor. Biz sana bir kitap vereceğiz o sana Allah’ı anlatacak ve sen de O’nu görür gibi inanacaksın.”
Onlar bana Ayetül kübra isimli bir kitap verdiler. Ben o kitabı alıp eve götürdüm hemen bir kahve yapıp kitabı okumaya başladım.
Baktım ki yazar kitabın başına bir ayet koymuş, ayetin başında ilk önce gökten bahsedildiğinden yazar da okuyucuyu ilk önce gökyüzüne baktırıyor.
Ben daha önce de gök yüzüne bakıyordum fakat kitabın baktırdığı gibi bakmıyordum. Hakikaten nasıl bir bakış açısı ki; düşünen insan için gökte cereyan eden baş döndürücü olaylar sahipsiz olması imkânsızdır. Yazar kitabında bu milimetrik hesapların kendi kendine olması mümkün mü diye soruyor! Öyle ya ben bir yere bir çekiç, bir de çivi koysam o çekiç o çiviyi alıp bir yere çakmaz. O halde milyarlarla yıldızlar o boşlukta intizamla nasıl döndürüyorlar?
Demek onları o boşlukta intizamla döndüren birisi var! Onlar o zatı tanıyor, emrini dinliyorlar ve Ondan övgüyle bahsederler. O’nu tanımayan ve O’nu tespih etmeyen hiçbir varlık yoktur. Ayetin sonunda da şöyle der: “Lakin siz onların tesbihlerini anlamazsınız. O, halimdir, çok bağışlayandır.” (1)
Benim kafamda şimşekler çaktıran o kitaptan bir paragraf nakiledeceğim:
“Evet bu dünya memleketine ve misafirhanesine gelen har bir misafir, gözünü açıp baktıkça görür ki: Gayet keremkârane bir ziyafetgâh ve gayet san'atkârane bir teşhirgâh ve gayet haşmetkârane bir ordugâh ve talimgâh ve gayet hayretkârane ve şevk-engizane bir seyrangâh ve temaşagâh ve gayet manidarane ve hikmet-perverane bir mütalaagâh olan bu güzel misafirhanenin sahibini ve bu kitab-ı kebirin müellifini ve bu muhteşem memleketin sultanını tanımak ve bilmek için şiddetle merak ederken; en başta göklerin nur yaldızı ile yazılan güzel yüzü görünür: “Bana bak, aradığını sana bildireceğim!” der. O da bakar görür ki: Bir kısmı arzımızdan bin defa büyük ve o büyüklerden bir kısmı top güllesinden yetmiş derece sür'atli yüzbinler ecram-ı semaviyeyi direksiz düşürmeden durduran ve birbirine çarpmadan fevkalhad çabuk ve beraber gezdiren, yağsız söndürmeden mütemadiyen o hadsiz lâmbaları yandıran ve hiçbir gürültü ve ihtilâl çıkartmadan o nihayetsiz büyük kütleleri idare eden ve Güneş ve Kamer'in vazifeleri gibi, hiç isyan ettirmeden o pek büyük mahlukları vazifelerle çalıştıran ve iki kutbun dairesindeki hesap rakamlarına sıkışamayan bir nihayetsiz uzaklık içinde, aynı zamanda, aynı kuvvet ve aynı tarz ve aynı sikke-i fıtrat ve aynı surette, beraber, noksansız tasarruf eden ve o pek büyük mütecaviz kuvvetleri taşıyanları, tecavüz ettirmeden kanununa itaat ettiren ve o nihayetsiz kalabalığın enkazları gibi göğün yüzünü kirletecek süprüntülere meydan vermeden pek parlak ve pek güzel temizlettiren ve bir muntazam ordu manevrası gibi manevra ile gezdiren ve arzı döndürmesiyle, o haşmetli manevranın başka bir surette hakikî ve hayalî tarzlarını her gece ve her sene sinema levhaları gibi seyirci mahlukatına gösteren bir tezahür-ü rububiyet ve o rububiyet faaliyeti içinde görünen teshir, tedbir, tedvir, tanzim, tanzif, tavziften mürekkeb bir hakikat, bu azameti ve ihatatıyle o semavat Hâlıkının vücub-u vücuduna ve vahdetine ve mevcudiyeti semavatın mevcudiyetinden daha zahir bulunduğuna bilmüşahede şehadet eder (2)
Kaynaklar:
(1)İsra Suresi 17/44
(2)Asa-yı Musa ( 99 - 100 )

