Mekke’nin fethi için gerekli planlar yapılmış ve mücahitlerin Medine’de toplanması için her tarafa haberler uçurulmuştu.
Ramazan ayının ilk günleriydi, gönülleri Allah ve Resulünün muhabbetiyle taşıp coşan on binlerce mücahit, Medine’de toplandılar.
İslam ordusu harekete hazır bekliyordu. Peygamber Efendimiz ise, hazırlıklarını son derece gizli tutuyordu. Bedir ashabından olan Hâtib b. Ebî Belta bir şekilde bu olayı haber almış ve Kureyşlilere bir mektupla Peygamber Efendimizin Mekke’nin fethi için sefer hazırlığı yaptığını haber vermek istemişti! Fakat Peygamber Efendimizin mucizesi ile mektup ele geçirildi. Olay vahiy yoluyla Peygamber Efendimize bildirilmiş, o da Hz. Ali, Zübeyr ve Mikdad’ı (ra) göndererek cariyeyi yakalamalarını emretti.
“Süratle gidiniz! Hâh Bahçesi’ne vardığınızda, hayvan üzerinde, yanında mektup bulunan bir kadın bulacaksınız. Mektubu ondan alıp bana getiriniz!”
Bu emrin sebebini sormaya gerek duymadan, üç sahabe, son sürat yol alıp Hâh Bahçesi’ne vararak orada kadını buldular. Kadına, “Yanındaki mektup nerede?” diye sordular. Kadın, “Benim yanımda mektup falan yok!” diye cevap verdi.
Bunun üzerine kadının devesini ıhtırdılar. Onu üzerinden indirip eşyasını aradılar, fakat mektup namına bir şey bulamadılar.
Hz. Ali, kılıcını sıyırdı ve kadına hiddetle, “Allah’a yemin ederim ki; Allah Resulü (sav), hiçbir zaman gerçek olmayanı konuşmaz. Ya sen bu mektubu çıkarırsın ya da biz yapacağımızı biliriz; gerekirse üstünü başını arar, elbiseni çıkartırız!” dedi.
Kadın, “Siz Müslüman değil misiniz?” dedi.
Mücahitler, “Evet, biz Müslüman’ız; ama Allah Resulü (sav) bize, beraberinde mektup bulunduğunu söyledi” diye cevap verdiler.
Kadın, kurtuluş çaresinin kalmadığını anlamıştı. Mücahitlere, “Yüzünüzü başka tarafa çeviriniz” dedi. Sahabeler yüzlerini çevirince de, başının örgülü saçlarını çözdü. Mektubu oradan çıkarıp Hz. Ali’ye uzattı.
Görevli sahabeler, mektubu alıp Allah Resulüne getirdiler.
HERKESTE BİR ŞAŞKINLIK
Herkeste bir hayret ve şaşkınlık başlamıştı. Çünkü mektup, “Bedir ashabından olan Hâtib b. Ebî Beltaa’ya ait idi. Peygamber Efendimiz, Hz. Hâtib ’i derhal huzuruna çağırdı.
Hz. Hâtib gelince, mektup kendisine okundu.
Resulü Ekrem Efendimiz, (sav) “Bu mektubu tanıdın mı?” diye sordu.
“Evet, tanıdım Ya Resülullah!” dedi.
“Bunu sen mi yazdın?”
Hz. Hatıb inkâr etmedi: “Evet, ben yazdım Ya Resülullah!” dedi.
Peygamber Efendimiz, “Bunu niçin yazdın?” diye sordu.
Hz. Hatib izah etti: “Yâ Resülullah! Bu hususta hakkımda hüküm vermekte acele etme! Ben, Kureyşlilerden olmayan bir kimseyim. Muhacir Müslümanlar gibi, Mekke’de ailem ve mallarımı koruyacak kimsem de yok. Ben, bunu, Kureyş ileri gelenlerini, minnet altında bırakayım da ailemi korusunlar diye yaptım! Yoksa bunu küfre saptığım veya dinimden döndüğüm için yapmış değilim! Vallahi, ben Allah’a ve Resulüne olan imanımda sabitim!”
Peygamber Efendimiz, “Doğru söyledin!” buyurdu; sonra ashabına dönerek, “O, size doğru söyledi! Bunun hakkında hayırdan başka bir şey söylemeyiniz” dedi.
Kendisini zapt edemeyen Hz. Ömer, “Bırak ya Resulallah, şu münafığın boynunu vurayım!” dedi.
Resulü Ekrem (sav) müsaade etmedi ve “O, Bedir Muharebesi’nde bulunmuştur! Ne bilirsin; belki Allah, Bedir Harbi’ne katılmış bulunanlara, savaş günü bakıp, ‘Siz istediğinizi yapınız; Ben sizi affetmişimdir. Cennet size vacip olmuş, siz de cennete girmeye hak kazanmışsınız’ buyurmuştur” diye konuştu.
Bu manzara karşısında Hz. Ömer’in gözleri doldu ve “Allah ve Resulü her şeyi daha iyi bilir!” dedi. (1)
Bu hadise üzerine Cenab-ı Hak, şu ayet-i kerimeyi inzal buyurarak müminleri ikaz etti:
“Ey iman edenler! Benim de, sizin de düşmanınız (olanları) dostlar edinmeyin! (Kendileriyle aranızdaki) sevgi yüzünden onlara (Peygamberin maksadını) ulaştırırsınız (değil mi)? Hâlbuki onlar, Hakk’tan size gelene küfretmişlerdir. Peygamberi de, sizi de Allah’a iman ediyorsunuz diye (yurtlarınızdan) çıkarıyorlardı onlar... Eğer siz, benim yolumda savaşmak, benim rızamı aramak için çıkmışsanız (bunu yapmazsınız). Onlara hâlâ muhabbet mi gizleyeceksiniz? Hâlbuki ben, sizin gizlediğinizi de, açıkladığınızı da çok iyi bilenim. İçinizden kim bunu yaparsa, muhakkak ki hak yolun ta ortasından sapmış olur!” (2)
Allah Resulü (sav) bu olaydan sonra orduya hareket emrini verdi. Medine’den on bin askerle hareket eden Efendimiz, Mekke’ye varana kadar, bu sayı etraftan gelen Müslüman kabilelerin de katılımıyla yaklaşık on iki bini bulmuştu. Bunların yedi yüzü muhacirlerden oluşuyordu. Beraberlerinde üç yüz atları vardı. Ensar’ın mevcudu ise dört bin idi. Onların da beş yüz atı vardı.
Nasr Suresinde haber verildiği gibi, Allah’ın yardımı ve zaferi sana geldiği zaman, göreceksin insanlar kafileler halinde senin dinine girecekler. Daha Mekke’nin fethi yolunda ilerlerken binlerce insan mücahitlerin safına girmişlerdi.
Allah Resulü (sav) Mekke’de İslam dinini anlatmaya başlayınca, Mekke’nin çevresinde bulunan kabileler, her iki tarafa da taraf olmadılar. Çünkü hangi tarafın haklı olduğunu kestiremiyorlardı. Mekke o kabilelerce de kutsal bir mekândı. Orada yapılması uygum olmayan bir hareketin, çok vahim neticeler getireceğine inanıyorlardı. Onun için korktular, bir tarafa taraf olmadılar. Çünkü Ebrehe’nin başına gelenler onların da başına gelebilirdi. Haklı olanın mutlaka galip geleceğine inanıyorlardı. Daha sonra Resulü Ekrem Efendimizin (sav) haklı olduğunu görünce de guruplar halinde gelip Müslüman oldular.
Yalnız garip olan bir şey vardı; Nasr Suresi nazil olup Mekke’nin fethini haber verince, herkes sevinirken iki kişi vardı ki onlar ağlıyorlardı. Sebebini soranlara “Bu sure peygamberimizi istiğfara davet ederek vefatını haber vermektedir. “Vestağfirhu” kelimesinin “Vav”ına kadar bu surenin harfleri 63 adet olup peygamberimizin vefat yaşı olan 63’ü gösterir.
Nasr Suresi Mekke’nin fethini haber verirken, aynı sure içinde fethin hangi senede gerçekleşeceğini de haber veriyordu. Ayrıca fetihle birlikte insanların guruplar halinde İslam’a gireceklerini de haber veriyordu.
“İza Câe Nasrullahi” ayeti besmele ile birlikte 8 kelimedir. “Nasrullah” da 8 harftir. Böylece hicretin 8 ci senesinde Mekke’nin fethi gerçekleşecektir demiş ve öylede olmuştur. (3)
Hz. Ömer (ra) bu Nasr Suresinin içinde bulunan şifreleri çözebilen, İbni Abbas’ı (ra) her zaman Bedir gazileriyle birlikte (istişare meclislerine) alıyordu. Bu duruma Bedir gazilerinin bazıları “Halife bu çocuğu niye bizimle birlikte cemaate alıyor, hâlbuki bizim onun kadar oğlanlarımız var?” diye Halifeye itirazda bulundular. Hz. Ömer kendilerine: “Onun kimlerden olduğunu biliyorsunuz” diye cevap verip geçiştirdi.
Daha sonra Halife Ömer İbni Abbas’ı (ra) çağırıp yine onlarla birlikte meclise aldı. Bu sefer, sırf İbni Abbas’ın liyakatini onlara göstermek için çağırdı. Hz. Ömer (ra): “Cenab-ı Hakk’ın İzâ câe nasrullahi vel-fethu kavl-i şerifi hakkında ne dersiniz?” diye sordu. Cemaatten bazıları:
“Yardıma ve fethe mazhar olduğumuz zaman Allah’a hamt etmek ve istiğfarda bulunmakla emir olunduk” diye cevap verdi. Bazıları hiçbir şey söylemedi.
Hz. Ömer (ra) İbni Abbas’a dönerek:
“Ey İbni Abbâs, sen de mi böyle düşünüyorsun?” dedi.
İbni Abbas diyor ki: ben “Hayır” dedim ve sustum. Hz. Ömer: “Öyleyse söyle, sen ne diyorsun?”
İbni Abbas diyor ki: “Bu süre Allah Resul’ünün (sav) ecelidir, kendisine bu süre ile eceli haber verilmiştir. Hz. Ömer İbni Abbas’ın bu yorumu üzerine Bedir gazilerine ben de onun gibi anlıyorum” dedi.
Burada bir noktayı izah etmekte fayda görüyorum. Ayette Efendimize, istiğfar telkin ediliyor. İstiğfarın bir manası da özür dilemektir, bu ise bir kabahatin neticesidir. Oysa Fetih Suresi’nde ifade buyrulduğu gibi Efendimizin “Geçmiş ve gelecek bütün günahları bağışlanmıştır. (4)
O halde Rabbimizin, Efendimize istiğfar telkin etmesinin anlamı nedir?
Bu konuda şu hikmetler düşünülebilir:
1. Ümmetin için Rabbinden af dile demek olabilir.
2. İnsanlara istiğfarın önemini ders vermek için bu emir verilmiş olabilir.
3. Efendimiz sürekli terakki hâlinde olduğu için, bir sonraki makamına göre, önceki makamı eksik olması nedeniyle bu emir kendisine verilmiş olabilir.
4. Artık yerde vazifen bitti, hizmetin Mekke’nin fethiyle tamam oldu, manasında olabilir.
Mekke çevresindeki fil vakasını hatırlayanlar, o beldenin mübarek bir yer olduğunu biliyorlardı. Efendimiz İslâm’ı tebliğ etmeye başlayınca, karışıklığa lâkayt kalarak ne müşriklere, ne de Efendimize taraf oldular. Zira kimin haklı olduğunu ölçebilecek bilgileri yoktu. Yalnız haklı olana Allah’ın yardım edeceğine inanıyorlardı.
Mekke’nin fethiyle birlikte Efendimizin davasının hak olduğu ortaya çıkınca, tereddüt göstermeden guruplar hâlinde gelip Müslüman oldular.
Kaynaklar:
(1) Mustafa Asım Köksal, İslam tarihi
(2) Mümtehine Suresi, 60/1; M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Cilt, 7, Sayfa (539) Elmalılı, Feza Gazetecilik a.ş. Yenibosna, İst.
(3) Rumuzat-ı Semâniye, Bediüzzaman Said Nursi, Sayfa, (119), Envar neşr, İst.
(4) Fetih Suresi, 48/2)
(5) Nasır Suresi, 110/1.2.3)
(6) Fil Suresi,
ON BİNLER MEKKE’YE YÜRÜYOR.

