Bir şehrin sokakları, o şehrin ruhunun aynasıdır. Bir toplumun sosyal dokusunu, kültür seviyesini, bireye ve doğaya saygısını en çıplak haliyle bu aynada görebiliriz. Asfaltın ve betonun arasında, günlük hayatın telaşı içinde, aslında kim olduğumuzu ele veren sahneler yaşanır.
Televizyonlarda gördüğümüz haberler bir yana, asıl hikâye, ömrümüzün büyük bir kısmını geçirdiğimiz sokaklarda yazar. Peki, her gün birebir tanık olduğumuz bu olumsuzluklar, kaçınılmaz bir kader midir, yoksa hepimizin ortak paydası olan bir vurdumduymazlığın neticesi midir?
Bir toplumun medeniyet seviyesini ölçmek istiyorsanız, laboratuvara ya da kütüphaneye değil, sokağa çıkmanız yeterlidir. Kısa bir gezinti, bize özetin özetini sunar.
İşte, modern şehirlerimizin gündelik insan manzaralarından bir derleme:
-
Sokak ortasında çocuğuna bağıran, hatta vuran ebeveynler... Pedagog odalarının konusu, kamusal alanın utancı haline gelir.
-
Kavga ede ede yürüyen çiftler... Özel olanı herkese açmanın, saygının ve sevginin yerini öfkenin aldığının resmidir.
-
Karşı kaldırımdaki arkadaşına avazı çıktığı kadar bağırarak laf yetiştiren "beyefendiler"... Ses yükseltmek, iletişim kurmanın yegâne yolu sanılır.
-
En mahrem konuları, cep telefonuyla sokağın ortasında bütün dünyaya anlatan hanımlar ve beyler... Mahremiyet kavramı, teknolojinin girdabında yok olup gider.
-
Pazaryerlerinde, kaldırımlarda, yolu tamamen kesip dakikalarca dedikodu yapan insan seli... Toplumun ortak alanı, kişisel mülk zannedilir.
-
Koca koca adamların kaldırımlarda ters yönde bisiklet sürmesi, yayaların ise araç yolunda yürümeyi tercih etmesi... Kural, sadece başkaları için konulmuş gibidir.
-
"Temizlik yapıyorum" diyerek balkondan sokağa su, kir ve toz dökenler... Kişisel temizlik, toplumsal kiri perdelemek için kullanılır.
-
Balkondan aşağı, yediği kuruyemişin kabuklarını, meyvenin çöpünü savuranlar... Doğaya ve çevreye saygı, sözde kalır.
-
Televizyon dizilerinin sanal kahramanlarından etkilenip, sokakları kendi setleri sanan "Polat" ve "Memati" kılıklı gençler... Rol model açlığının acı sonuçlarıdır.
-
"Allah rızası için" diyerek yanına aldığı özürlü bireyleri kapı kapı dolaştırıp, dini ve insani duyguları istismar edenler... Merhamet, bir geçim kapısına dönüşür.
-
Kalabalıkta büyük köpekleriyle insanları ürkütüp, "hayvansever" kisvesi altında "insansevmez"lik yapanlar... Sevgi, başkalarının huzurunu bozmak için bir kalkan olur.
-
Aracının camını sonuna kadar açıp, müziğinin basını tüm sokağa dinleten şehir magandaları... Zevk zorbalığı, gücün ifadesi sanılır.
-
Aracını patinaj yaptırıp, lastik yakarak "ekonomiye katkı" sağlayan, tepki çektiğini bile bile bu "sanatını" sürdüren hassas ruhlu şoförler... Gürültü ve gösteriş, varoluşun kanıtı zannedilir.
-
Sokaklara tükürmeyi alışkanlık haline getirmiş, adeta kişisel mülkü gibi gören hastalıklı tipler...
-
Milyoncuların raflarından indirdiği parfümün tamamını üstüne döküp sokağa çıkan "kokanalar"... Zarafet ve itina, yerini şaşaalı bir kokusal işgale bırakır.
-
Özürlü rampalarının ve yaya geçitlerinin önüne hiç düşünmeden araçlarını park eden duyarsız sürücüler... Empati, trafikte unutulan bir lükstür.
-
Boş sigara paketini, aracının kül tablasını sokağa "boca" edenler... Kirletmek, doğal bir refleks haline gelir.
-
Önündeki aracı geçmek için sürekli kornaya basan, sabırsız ve medeniyetten nasibini almamış sürücüler...
Bu liste uzar gider. Görüp de yazmaya elimizin varmadığı, utandığımız daha nicesi vardır. Tüm bu manzaralar, kültürümüzün nereye sürüklendiğinin ve sosyal yapımızın nasıl bir değişim içinde olduğunun acı birer kanıtıdır.
Evet, aynaya bakmak yeterli. Bu caddeler bizim. Bu toplum bizim. Ve bu yapılanların faili de "sen, ben, bizim oğlan..." Hepimiziz.
Ne diyelim? Allah hepimizi ıslah eyleye!

