Fahri Kubilay – Köşe Yazısı
İlkbahar ve sonbahar geldi mi, “Göbek mantarı, mor mantar, kulak mantarı, çıntar mantarı…” gibi kelimeleri duymak bile içimi heyecanlandırmaya yeter. Söz konusu mantarlar; yağış ve nem dengesine bağlı olarak dağların koynunda kendiliğinden çıkan, doğanın cömertçe sunduğu nadide ürünler.
Göbek mantarı ise bambaşka… Sporları henüz üretilmeyen, çoğu zaman ilaç hammaddesi olarak kullanıldığı söylenen, Toroslar’daki dağ köylerinde ailelere hâlâ ciddi bir geçim kaynağı olan, ihracata dahi konu olan doğal bir değer.
Diğer mantarlar artık marketlerde, pazarlarda endüstriyel şekilde üretilip satılsa da; insanların kendi mantarını kendi bulmasının tadı bir başka. Mantar aramak hâlâ sosyal bir etkinlik, hâlâ bir bahaneden çok bir yaşam tarzı. Son yıllarda imkânı olan herkes mevsimi gelir gelmez soluğu doğada alıyor.
Ben ise dağlarda gezmeyi zaten başlı başına bir keyif sayan biri olarak, buna bir de mantar aramanın heyecanını eklediğimde değmeyin keyfime. Üstelik bu anları fotoğraflarla ölümsüzleştirmek… İşte asıl güzellik de burada.
Bir hayal edin:
Gece yağan yağmur adeta atmosferi yıkamış. Dumanı, sisi, tozu toprağı süpürmüş götürmüş. Sabah gün doğarken, siz doğanın kalbine doğru yürüyorsunuz. Tertemiz bir hava… Göğsünüzde inip kalkan saf oksijen… Her yer yemyeşil… Sadece kuş sesleri… Irmakların çağlayan uğultusu… Bir çeşme başında, is kokulu çaydanlıkta demlenen çayın eşlik ettiği mütevazı bir kahvaltı… Ardından sırt çantasını takıp saatlerce sürecek mantar arayışı…
Gaye mantar bulmak değil elbette; spor yapmak, ruhu beslemek, duyularımıza uzun zamandır sunulmayan güzellikleri bir günlüğüne de olsa yeniden tattırmak. Tarifi zor, ama yaşaması bir o kadar kıymetli bir gezi…
Bir tane mantar bulursun, sonra bir tane daha bulma umuduyla kendini kaybedersin. Çünkü derler ki:
“Bir mantar bulduysan, mutlaka eşi de vardır. Onu bulmadan orayı terk etme; onu tek başına, mahzun bırakma.”
İşte böyle diye diye, gözlerin adeta canlı bir radara dönüşür. Ne ara başladığın yerden kilometrelerce uzaklaştığını, doğanın koynunda kendini kaybediverdiğini anlamazsın bile. Derken güneş batmak üzere eğilir, sana gülümser gibi ışıklarını yavaşça çekerken sanki teşekkür bekler gibi el sallar.
Dönüş yolunda belki 3-5 mantar vardır çantanda… Belki hiç yoktur. Ama önemli mi?
Dağların arasında bıraktığın huzur, tertemiz hava, yaşadığın o sessiz güzellikler her şeye değer. Eve dönerken yaşanan tatlı yorgunluk ise cabası.
Ne diyelim…
Mantarı bahane, gezmek şahane.

