Tarih boyunca milletleri ayakta tutan, medeniyetleri zirveye çıkaran unsurlar; zenginlik, silah gücü veya teknoloji değil, “ahlak, adalet ve merhamet” olmuştur.
Bir toplumun kalbi, dürüstlüğü ve vicdanı ile atar. Ancak bugün dönüp etrafımıza baktığımızda, bu kalbin zayıfladığını, değerlerimizin yavaş yavaş eridiğini görmek acı verici bir gerçektir.
Hile, Hurda, sahtekârlık, dolandırıcılık…
Helal-haram demeden, kısa yoldan köşe dönme hevesi…
Merhametin yerini tahammülsüzlük, adaletin yerini güçlünün hukuku almış durumda.
Kadın cinayetleri, aile içi şiddet, sokak kavgaları, güven duygusunun yok oluşu…
Ve bir başka utanç: Cehalet ve ihanetten dolayı yakılan ormanlar, yok edilen doğa…
Biz, sözde Müslüman olan, ancak hayatında bu inancın gerektirdiği dürüstlük ve ahlaka yer vermeyen bir toplum haline mi geldik?
Bu noktaya bir günde gelmedik.
İnsanımız, yavaş yavaş dünyevileşmenin cazibesine kapıldı.
Helal kazanç yerine kolay para; sabır yerine hız; adalet yerine çıkar…
Dini ve kültürel değerler sözde kaldı, özde ise unutuldu.
İnancın özü olan vicdan ve dürüstlük, yerini “herkes yapıyor, ben de yaparım” anlayışına bıraktı.
Böyle bir erozyonun faturası ağırdır:
- İnsan insana güvenmez hale gelir.
- Aile bağları zayıflar, huzur kalmaz.
- Kadınlar, çocuklar, mazlumlar korunamaz.
- Merhamet, yerini acımasızlığa bırakır.
- Doğa, rant uğruna yok edilir.
Toplumun en güçlü kaleleri olan güven, adalet ve merhamet, yerle bir olur.
Peki, kurtuluş mümkün mü?
Evet, ama bu değişim bireyden başlamalı.
- Helal-haram bilinci yeniden hayatımıza girmeli.
- Dürüstlük, sadece sözlerde değil, davranışlarda yer bulmalı.
- Adalet, güçlüye değil haklıya hizmet etmeli.
- Merhamet, sadece ihtiyaç anında değil, günlük yaşamın her anında olmalı.
- Eğitim, sadece bilgi değil, karakter inşası da yapmalı.
Sonuç: Aynaya Bakma Vakti
Bizim medeniyetimiz, adaletin ve merhametin medeniyetidir.
Ecdadımızın bıraktığı miras, saraylardan önce ahlaki sağlamlıktı.
Bugün ise, bu mirası hızla tüketiyoruz.
Şimdi, aynaya bakma ve şu soruyu sorma vaktidir:
“Biz nasıl bu hale geldik?”
Ve hemen ardından şu kararı verme vakti:
“Böyle gitmeyecek!”
Çünkü unutmayalım:
Toplumu uçurumdan döndürecek olan, büyük planlar değil; küçük ama samimi adımlardır.
Ve o adım, her birimizin kendi nefsinde başlayacak.

