Biliyoruz ki Filistin topraklarında Gazze’de yangın, Birinci Cihan Harbi devam ederken İngilizlerin Siyonistler hesabına bölgeyi işgal etmesiyle başladı. İsrail terör devleti işte bu işgal topraklarında kuruldu. Kurulduğundan beri yıkarak, öldürerek, gasp ederek genişlemeyi devlet politikalarının temeli yaptı. Bu nedenle bölgede neredeyse yüz on yıldır kanın gözyaşının, feryadın olmadığı gün olmamıştır dense yeridir.
Bölge halkına karşı son bir buçuk yıldır yapılanlar, savaş olmaktan çoktan çıkıp apaçık bir soykırıma, bir mezalime dönüştü. Çoğu yeni doğmuş bebekler, çocuklar, kadınlar, yaşlılar, yardım görevlileri, sağlıkçılar, gazeteciler olmak üzere katledilen insan sayısı tam olarak tespit edilemiyor.
Ahval böyle iken mesajlarını vido konferanslar şeklinde ileten bir hocamız, en son izlediğim bir buçuk saatlik konuşmasının bu konuya dair kurduğu tek cümlesinde Siyonistlerin savunmasız insanlara saldırmak için bahane üretmede ne denli maharetli olduklarını bilmezmiş gibi işin bu boyutlara 7 Ekim Baskınıyla ulaştığını söyleyince günlüklerime bakma ihtiyacı duydum.
Onlarda sadece biri olan şu satırlar yukarıdaki başlıkla bundan on yedi yıl önce karalanmış:
30 Aralık, 2008
Filisin Yanıyor!
Bir yangın ki söndürebilene aşk olsun!
İki günde Siyonistlerin bombalarıyla dört yüze yakın insan can verdi.
Petrole bulanmış karabatak kuşlarına üzülenlerden eser yok şimdi.
Yahudi denen vampirler masum kanına doymuyor.
Evleri başlarına çöküyor bebeklerin, yetimlerin.
Bir feryat yükseliyor Filistin’de Gazze’de.
Kimseler duymuyor. Yürekler buz tutmuş.
Şimdi Noel vakti!
Dünyanın umurunda mı Filistin?
Filistin halkının üstüne karadan, havadan, denizden ölümlerin yağdırıldığı o ilk günlerin sıcak atmosferinde yazmışım yukarıdaki kırık dökük satırları.
Bugün 10 Ocak.
İsrail azgınlığının doğurduğu vahşet hızından hiçbir şey eksilmeden devam ediyor.
İşte o günden beri içimi sızlatan acıları ifade eden bir şarkının nakaratı takıldı kaldı dilime:
“Yüreğimde Yâre Var.”
Sonra merhum M.Akif’in, türlü zulümler, vahşetler karşısındaki samimi duruşunu dile getirdiği şu mısraları:
“Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...”
Ne yapabiliriz peki?
Bilmiyorum.
Şehirlerin meydanlarına, bulvarlarına dökülüp pankartlar açıp “Kahrolsun İsrail” diye yeri göğü inletircesine feryat figan etmemiz kimsemizi teselliye yetmiyor.
Çünkü bu meydanlarda daha önce de çok bağırdık.
Kahrolsun İsrail!
Kahrolsun Amerika!
Kahrolsun Rusya!
Ermeni…Sırp…Bulgar…!
Kimsenin kahrolduğu filan yok.
Çünkü yüreğimiz yandığında “Kahrolsun İsrail!” deyip sonra üstüne bir bardak ‘cocacola’ içiveriyoruz.
Kahrolsun İsrail! deyip ardından bahçemize ekeceğimiz hıyarın tohumu için ‘Kahrolsun’ dediklerimize çucal çuval para veriyoruz.
Kimsenin kahrolduğu kahrolacağı yok; çünkü kendi içimizde – özellikle milli konularda- sıkılmış bir yumruk gibi olamıyoruz. Çoğu zaman aydınlarımızla, hukukçularımızla, siyasetçilerimizle bozuk bir orkestra manzarası sergiliyoruz.
Herkes günü kurtarma derdinde.
Bilimsel buluş beklediklerimiz film peşinde.
Öğrencilerimiz, kopya peşinde.
Çiftçimiz destek peşinde.
…
Kızıp durduklarımız bilmiyorlar mı hallerimizi.
Biliyorlar da ondan umurlarında olmuyoruz.
Programlarına neyi aldılarsa ne pahasına olursa olsun icra ediyorlar.
Biz ‘akşamdan söz verip de sabaha cayan oğlan’ türküsündeki gibiyiz.
Galiba Filistinliden önce kendi yaralarımızı sarmamız gerekiyor.
Gazze’de, Filistin’de, Kerkük’te, Afganistan’da,Türkistan’da insanlar ölüyor, ocaklar sönüyor.
Oralarda insanlar ölüyor da biz ne durumdayız?
Biz mi?
İnsaf, iz’an, vicdan gibi kayıplarımızın ardından...
Biz de kan kaybediyoruz kardeşim kan!
H Halim KARTAL 10.01.2009

