6 Aralık 2025, Cumartesi
01:16
23.07.2025
MANSET_ALTI Reklam Alanı

Anayasa, devletin şeklini, siyasal rejimini, bu siyasal rejimin gerektirdiği temel hak ve özgürlükleri, devlet birey ilişkilerinin çerçevesini belirleyerek, ayrıca devletin temel örgütlerinin kuruluş ve işleyişine ilişkin kurallar koyarak devlet gücünü sınırlandıran en üstün yasadır.

            Anayasa kavramı ?temel yasa?, ?yasaların anası? anlamlarına gelmekle birlikte bütün hukuk düzeninin kaynağını oluşturmaz aynı zamanda esas itibariyle siyasal alana ilişkindir ve devlet örgütlenmesinin dayandığı ilkeleri gösterir. Bu bağlamda hem devlet iktidarının sınırlandırıldığı ve bireysel özgürlüklerin güvence altına alındığı bir hukuki çerçeve; hem de devletin örgüt yapısını gösteren herhangi bir resmi belge olarak anlaşılmasını gerektirmektedir.

            Bu ve buna benzer anlamlara gelen anayasa kavramı, genel ve geniş kapsamlı yapısı ve yasalar içerisinde en üstün hiyerarşik kademede bulunması nedeniyle mutlak uyulması gereken bir konumdadır. Bu nedenle de özellikle Osmanlı İmparatorluğu?nun son dönemlerinden itibaren anayasa çalışmaları ve tartışmaları hep canlı kalmıştır, canlı kalmaya da devam edecek gibi görünmektedir. Nitekim, her yüzyılda bir ortaya çıkan (1808 Sened-i İttifak, 1908 II. Meşrutiyet ve 2008 Sivil Anayasa) anayasa girişimleri, bunun en açık kanıtını oluşturur.

            Osmanlı İmparatorluğu?nda anayasal gelişmenin ilk adımı, 1808 Sened-i İttifak olarak gösterilir. Bu senetle, merkezi hükümetin temsilcileriyle ayan temsilcileri arasında iktidarın kullanılış şekliyle ilgili bir anlaşma yapılmıştır. Daha sonra 1839 Tanzimat ve 1856 Islahat Fermanları da anayasal gelişmenin ikinci aşaması olarak görülür ve hukuk devletinin gelişimi bakımından önemlidir ancak her üç anayasal oluşum da hem ilkelerin etkinliğinin sağlanması hem de padişahın yetkilerini sınırlandıracak mekanizmaların kurulması bakımından çok zayıf kalmışlardır. Bu yüzden de modern anlamda anayasa sayılmaları çok zordur.

            1876 yılında ilan edilen Kanun-i Esasi ise ilk Osmanlı Anayasasıdır ve meşruti bir monarşiyi, yani padişahın yetkilerinin kurulacak bir meclis ile sınırlandırılmasını, gerekli görüyordu. Ne var ki, II. Meşrutiyet ile bazı düzenlemeler yapıldıysa da gitgide ağırlaşan iç ve dış koşullar ve ülkede yeterli bir demokratik geleneğin bulunmaması, bu anayasanın gereği gibi uygulanmasına imkan vermedi. Anayasal bir rejim perdesi gerisinde, İttihat ve Terakki partisinin diktatörce yönetimi ortaya çıktı. Nitekim bu rejim, I. Dünya Savaşı?nın yenilgi ile sona ermesiyle birlikte yıkıldı.

            Ulusal Kurtuluş Savaşımızın kazanılması sonucu oluşturulan meclis, henüz 1876 Anayasası?nı resmi olarak ortadan kaldırmış olmasına rağmen artık tamamen farklı temellere dayanan ve yeni bir Türk Devleti?nin kurulmakta olduğunu gösteren 1921 Teşkilat-ı Esasiye?yi kabul etti. Milli egemenlik, meclis hükümeti, yerinden yönetim, ve Türkiye halkı kavramları bu anayasada telaffuz edilmekte böylece saltanat lağvedilmekte, yeni bir dönemin başladığı açıkça ifade edilmektedir. Bununla birlikte bu anayasanın bir savaş dönemi anayasası olduğu da açıktır ve sadece üç yıl geçtikten sonra yeni bir anayasa hazırlanıp ilan edilmiştir.

            1921 Teşkilat-ı Esasiye?den sonra ise artık Cumhuriyet Anayasaları olan 1924, 1961 ve 1982 Anayasaları yürürlüğe girmiş, faklı bir dönem daha başlamıştır. Bu anayasaları ise bir sonraki yazımızda ele alacağız. 

ICERIK_ARASI Reklam Alanı
Etiketler: #yazilar
SOL1 Reklam Alanı

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ

MOBIL_UST Reklam Alanı
Alt Banner Reklamı