Erkan Mumcu ismini henüz üniversite sıralarında iken duymuştum ilk kez. Otuzlu yaşlarda bakan olmak, üstelik önemli bir bakanlığı üstlenmek kolay kolay herkese nasip olmazdı. Kolay değildi; Demirel gibi yılların siyasetçisinin memleketinden onun rakip partisine %30?ların üzerinde bir oy kazandırarak vekil seçilmek. Bu nedenle bir genç olarak biraz gıpta, biraz heyecan biraz da merakla izledim onu. İlk kez karşılaşmamız ise İstanbul?da düzenlenen GençNet konferansı sebebiyle oldu. Konferansın ardından çevresine saran ve resim çektirmek için sıraya giren onlarca genci görünce yalnız olmadığımı anladım.
Bundan yıllar önce Turizm Bakanlığı sırasında bir dergiye verdiği uzun röportajındaki cümleler hala aklımın bir kenarında yazılıdır. Hele ?Bunca işiniz gücünüz arasında eşinize vakit ayırabiliyor musunuz, bu durum huzurunuzu bozmuyor mu?? sorusuna verdiği ?Eşim bunun benim için bir erdem kavgası olduğunu ve benim de bunsuz yapamayacağını bildiği için destek oluyor? cevabı her zaman hayalini kurduğum cümlelerden biri olarak zihnimdeki yerini hala koruyor.
Bakanlığı döneminde yaptığı çalışmalar bir yana, artık Mumcu gençlerin yeni idollerinden biri olarak sesini daha fazla yükseltmeye başlıyordu. Partisinin Ecevit?le yaptığı koalisyona karşı en sert eleştirilerden birini dile getiriyor, Başbakan yurtdışında iken bir fırsatını bulup Genelkurmay?a yükleniyor ve her geçen gün ?partinin yaramaz çocuğu? sıfatını pekiştirircesine eleştiri oklarını üzerine çekmekten geri kalmıyordu. Üstelik Sadettin Tantan gibi bakanların ?fazla ileri gittiği? için apar topar görevden alındığı bir dönemde Mumcu sesini yükseltiyordu. Sonrası malum. Mesut Yılmaz belki de partiyi tam da ona bırakması gereken dönemde bırakmadığı için Mumcu?nun yolları partisiyle ayrılıyordu.
Sonrasında yine bir sürpriz gerçekleşiyor ve 2002 seçimleri öncesinde Mumcu AK Parti?ye transfer oluyordu. Herkes merakla bunun nedenini sorgularken o Milli Eğitim Bakanlığı koltuğuna oturuyor ve sistem muhalefetine kaldığı yerden devam ediyordu. ??YÖK kalkacak? diyordu, daha fazla özgürlük diyordu ve o bunları söyledikçe karşı taraf daha çok geriliyordu. Evet AK Parti anayasayı dahi değiştirecek bir güçle iktidara gelmişti gelmesine ama bu onu daha hassas davranmaya itiyordu. Başbakan Erdoğan?ın 3 Kasım 2002 gecesi ekranlarda yaptığı ?sağduyu? çağrısında bunun izlerini görmek mümkündü. Oysa Erkan Mumcu?yu frenlemek kolay olmayacaktı. Sonunda Erdoğan çareyi kabine revizyonunda buluyor ve Mumcu eski makamına ?Kültür ve Turizm Bakanı? olarak geri dönüyordu. Belki de bunlar geleceğin ayak sesleri idi. 2004 yılına gelindiğinde ise Mumcu yine herkesi şaşırtan bir hamle ile Anavatan Partisi?nin başına geçmek üzere AK Parti?den istifa ediyordu. Onun bu on hamlesi belki de en az onu çok yakından tanıyanlar için sürpriz olmamıştı.
Yaklaşık 20 milletvekili ile AK Parti?ye muhalefet yapmaya çalışacak Mumcu?nun işi bu defa çok zordu. Neredeyse bitmiş bir partiyi teslim almıştı. Belki de hayatının en büyük riskini alarak, hayatının en büyük kumarını oynayacaktı. Küçük olmasına karşın kendisinin kral olduğu bir partisi vardı artık. Yıllardan beri hayal ettiği Özal?ın koltuğu artık onundu. O günlerde Sabah yazarı Ö.Lütfi Mete -benim de kendisine bir mektup yazarak ilettiğim- şu tespiti yapıyordu onun için: ?Kesin olan şu ki, Türkiye?nin ?kadın? ve ?gençlik? varlığını, şimdiye kadar ki liderlerin yaptığı gibi süs unsuru olarak değil de, siyasetin asıl ?bakir kaynağı? şeklinde değerlendirebilirse Mumcu, hem mükemmel bir takım, hem de benzersiz bir teşkilat kurabilir??
Ama olmadı. Mumcu?nun enerjisi vardı belki ama partisinin takati kalmamıştı. Üstelik siyasetin boşluğu AK Parti ile dolmuştu. Küçük ülkenin kralı her geçen gün yalnızlaşıyordu. Üstelik şimdi gençlerin sesini de pek duymuyordu. Derken o malum Cumhurbaşkanlığı krizi esnasında kritik bir kararla seçim için meclise girmeyerek, birçoklarınca ?siyasi hayatını bitiren hamle? olarak nitelendirilen hareketi yapıyordu. Kısa zaman sonra yapılan seçimlerde Anavatan baraj altında kalıyordu. Üstelik Demokrat Parti birleşmesi de suya düşmüştü.
Erkan Mumcu geçtiğimiz günlerde siyasete veda edeceğini açıkladı. O an aklımdan yüzlerce kara birden geçti. Aslında bir zamanlar o bizim gençliğimizin umutlarından biriydi. Kısa zamandaki başarılarını örnek gösteriliyor, dilden dile anlatılıyordu. Her ne olursa olsun, şu anki fikirlerinin çoğunu savunmasam da onun vedasına en çok üzülenlerden biri de benim. Evet belki demokrasiden yana olmadı, belki de en büyük hatası bu idi ama yine de siyasi yaşamımızın önemli bir genci kaybettiğini düşünüyorum.
Hayat bu, belki bir gün döner yine gelir. Dönmezse de bilsin ki o kısa sürece siyasete heyecan kattı. Zaten siyasetimizin de en çok buna ihtiyacı yok muydu?
Hatta kalın?

