İlk kitabı ?Nun Masalları?nın yayınlandığı 1997?den beri bir çok kitaba imza atan Bekiroğlu, ikinci hikâye kitabı ?Cam Irmağı Taş Gemi? için dokuz sene bekledi. Altı hikâyeden oluşan ?Cam Irmağı Taş Gemi? isminin imlediği imkânsızlıklar koleksiyonu gibi karşımıza çıkıyor. (Timaş Yayınları?nın okurlarıyla buluşturduğu bu kitap, Bekiroğlu'nun 'Nun Masalları', 'Şair Nigar Hanım', 'Halide Edip Adıvar', 'Mor Mürekkep', 'Yusuf ile Züleyha', 'Mavi Lale', 'İsimle Ateş Arasında' ve 'Cümle Kapısı'ndan sonraki dokuzuncu kitabı.)
Yüce kitabımız Kur?anı Kerim, ?Oku!? emriyle nazil olmaya başlamıştır, muharref Kitab-ı Mukaddes ise ?Başlangıçta söz vardı? ihtarıyla açılır. Şüphesiz ?Oku!? emrinin maksadı selüloza basılmış metinleri gözden geçirmekten ibaret değildir. Tıpkı başlangıçta var olduğu vurgulanan logosun bir laf kümesinden ibaret olmaması gibi. ?Cam Irmağı ve Taş Gemi? de bu ontolojik vurguyu hatırlatan bir hikâye ile açıyor kapılarını. ?Be? adlı hikâye Elif ile Be?nin aşkı ile başlıyor. (Bu noktada İsmet Özel?in ?Sebeb-i Telif? adlı şiirini hatırlamamak kabil mi? Ne diyor şair? ?Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız?) Hikâyenin adının ?Elif? değil de ?be? oluşu elbette dikkat çekicidir. Her ne kadar elifbenin ilk harfi de olsa be gelip açığa çıkarmadan, faş etmeden önce elif karanlıktadır zira. Öncelikle elifin bilinmesi, deşifre edilmesi gerekir ki, bu görev de be?ye düşer. Leyla?yı Leyla kılan Kays?ın Mecnun olmasından kaynaklanır. Kays, Mecnun olmadığı sürece Leyla, kabilesinde bile kimsenin fark edemeyeceği sıradanlıkta bir kızdır. Nitekim Leyla?nın sıradan biri olduğu söylendiğinde Mecnun ?Siz onu bir de benim gözümle görün? diye uyaracaktır. Elif?i de elif kılan be?nin onu görmesi, be?nin Mecnunlaşmasıdır tabii ki. O be?ye bağlanmadıkça elif olmasının farkına bile varamaz ve be gelmedikçe her şey tefsir edilmemiş, şerh edilmemiş haliyle kapalı ve karanlık kalır. Elif?in be tarafından bilinmesi sadece bütün kainat tarafından fark edilmesini sağlamaz aynı zamanda elifin de kendi varlığını fark etmesiyle sonuçlanması beklenir. Ancak varoluş bir sonuçlanma, olmuş bitmiş bir olay değil değil sürekli bir oluş, her an yeniden yaratılıştır. Eğer varoluş, olmuş bitmiş bir hadiseden ibaret olsaydı hikâyeciye asla söz düşmezdi. Çünkü ortada anlatılacak hiçbir şey kalmazdı. ?Be? hikayesi, kitabın dibaceni teşkil eden ve Nazan Bekiroğlu?nun hikâye poetikasını satır aralarında duyurduğu bir metin olarak kitabın başında yer alırken, kitabın münderecatı hakkında da muhtasar ipuçları sunuyor.
Kül rengi kuşun macerasıyla başlıyor asıl hikâye. Küçük bir şehirde yaşayan küçük bir kuş iken boyundan büyük bir iş olan göçmen kuşluğa niyet eden ve aşk ile kanat çırparken gücü tükenip Beyaz Mermer Şehri?ne düşen kuş, şehrin sükutuyla taş kesilir adeta. Çünkü şehir kuşu görmemiş ve tefsir etmeye, bilmeye, deşifre etmeye çalışmamıştır. Bilinmemin azabı kuşa son nefesini verdirirken kuzeye doğru ilerleyen bir ordunun haberini alırız. Bu aynı zamanda da ?Mavi Gül Dalı? adlı hikâyenin ilk cümlesidir de. Bekiroğlu kitap boyunca hikâyeleri böylece uç uca birleştirerek ama her hikâyenin de muhtariyetini koruyarak bir anlamda ucu sürekli açık kalan bir anlamda da bir çember gibi kendi içinde kapanan bir kitap olarak inşa eder ?Cam Irmağı Taş Gemi?yi.
İşte burada tarih devreye girer gibi olur okur için. İsim ve mekan zikredilmese de adres açıktır. Eski Mısır. Nil Nehri?nin akış yönüne doğru Aşağı ve Yukarı Mısır olarak isimlendirilen Kuzey ve Güney Mısır Krallıkları Güney?in ordularının Kuzey?i istila etmesiyle birleşir. Kuzeyin prensesi yurdundan olup, güneyin kralı ile evlenmek zorunda kalınca en büyük serveti olan ?Mavi Gül Dalı?nı da gitmek zorunda kaldığı yaban topraklara taşır. Mısır?ın putperestliğini tek tanrılı bir dinle değiştirmek için uğraşırken adı belgelerden, mühürlerden ve duvarlardan silinen Akheneton, Nazan Bekiroğlu?nun kitabında da ismen değil bir sembol olarak geçer. Tarih kitabı değildir ?Cam Irmağı Taş Gemi?. Ancak sıkı bir tarih okumasının ürünü de olduğu açıktır. Ya okur? O da yazarı kadar tarih bilmek zorunda mıdır? Bu soruya hem evet hem de hayır yanıtını vermek mümkündür. Evet tarih bilmek okuru farklı bir okuma katmanına ulaştırır. Kitabın örüldüğü semboller bütünü tarih bilen okurun elinde bir gül gibi açılıverir. Ancak tarih bilmenin bir önemli dezavantajı da vardır. Kitabın bir hikaye kitabı olduğunu unutma ve aşkı bir kenara bırakıp kıyl u kaal denizinde boğulma tehlikesi. O zaman da Musa Peygamber aleyhisselamı yakalayacağını zannedip Kızıldeniz?de son nefesini vermek zorunda kalan firavundan bir farkımız kalmaz değil mi?
Lütfen ?Cam Irmağı Taş Gemi?yi anlattıklarımdan ibaret sanmayın. Daha yapıtlarıyla bilinmek isteyen ama yaptıkları piramide hapsolacağı için acı çeken heykeltraştan, mezarının emsalsiz olması için sanatçısının eline zarar verip piramidine kavuşamayan firavundan ve taş piramidin derinliklerini meşalenin isi bulaşmadan aydınlatan cam ustası kadından hiç bahsetmedim. Nazan Bekiroğlu?nun hikâyeleri gündüzleyin ilmik ilmik örülen ve geceleyin ilmik ilmik sökülen Penelope?nin duvağına benziyor.
Cam Irmağı?nda taştan gemi yürütmek elbette herkesin harcı değil. Ancak taşla camın karşılaşmasında sadece camın değil taşın da zedelendiğini farketmek çok daha az insanın duyabileceği, fark edebileceği, hissedebileceği bir şey.
Genelde bir Nazan Bekiroğlu hikâyesini, özelde ?Cam Irmağı Taş Gemi?yi farklı ve özel kılan da zaten bu yönü değil mi?

