5 Aralık 2025, Cuma
10:27
23.07.2025
MANSET_ALTI Reklam Alanı

1970’li yılların başlarında Hisar dergisinde çıkan ‘Anadolu Gerçeği’ isimli şiiriyle tanımıştım Yavuz Bülent Bakiler’i. Bana göre milletin kadim dertleriyle hemdert olmuş bir insanın dertli yüreğinden dökülen mısralardı şiirleri, şairi debu toprağın yani Anadolu’nun sesi ve nefesi olmuştu.

Geçen ayın son haftası, 27 Eylül akşamı şairin vefat ettiği haberi düşmüştü ekranlara. Bu haberi, şairin resimleri ile birlikte paylaştıklarısevilen şiirleriyle duyurdu insanlar akın akın sosyal medya hesaplarından.

Baktım…

Gözüme ilk takılan Mehmet Çorak’ın paylaşımı oldu. Şunları yazmış: “Değerli mütefekkir, şair ve yazar Yavuz Bülent Bakiler’i kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşıyoruz. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun.

Geride sözü ve kalemiyle birer nakış gibi işlediği eserlerini miras olarak bıraktı. Şüphesiz bu miras, nesiller boyu yaşamaya devam edecek.”

Bir hesap, rahmetlinin resminin altına şu dörtlüğünü yerleştirmiş:

“Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik

Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden

Martılar konuyor omuzuma

Gözlerin İstanbul oluyor birden”

Sahibini tanıdığım için çok duygulandığım bir başka hesap, Durmuş Ali Ünlü de şair için dua ve dileklerini başka bir şiiriyle paylaşmış:

“Ömrünü Türk- İslam ülküsüne adamış, edebiyatımızın müstesna kişiliği şair, yazar, mütefekkir Y. B. Bakiler’e Rabbim rahmetiyle muamele eylesin. Mekânı cennet, makamı ali olsun!

“Türkiye’m, anayurdum, sebebim, çarem

Ben kağnılarla, yaylılarla büyüdüm geldim

Çocuk yüreğimi yakan türküler dinleye dinleye

Mahzun kağnılarınla, nazlı yaylılarınla

Ve tozlu yollarınla sevdim seni Türkiye.”

Ben de çok severdim rahmetliyi. Türkçe aşığıydı, memleket ve millet sevdalısı bir insandı. Gördüğü bir haksızlık karşısında susmaz, inandığı doğruları nerede olursa olsun eğip bükmeden söylemenin bir yolunu bulurdu. Okuma fakiri, dil fakiri, düşünce fakiri olduğumuzu ısrarla, sabırla anlatıp durduğu konuşmalarını, kendi sesiyle şiirlerini küçük bir gayretle bulabiliyoruz.

Ben de mürekkepli kalemle yazıp yıllarca sakladığım ve kim bilir kaç defa eski bir dosyadaki evrak-ı perişanım arasından çıkarıp baktığımiçin  iyice sararmış bir defter yaprağında kimi kelimeleri kim bilir hangi sebeple üzerlerine düşen damlacıklarla dağılıp yayılmış; fakat beni hep o yıllara götüren‘Anadolu Gerçeği’ isimli işte şiirini paylaştım.

Anadolu Gerçeği

Yalın ayaklarınla koştun mu tarla tarla
Duydun mu çıplak toprağın, çıplak insanın yasını
Ağlayan kadınlarla, ihtiyarlarla
Yaşadın mı bir yağmur duasını
Boz bulanık ırmaklarda çimdin mi
Kulak verdin mi yürekten kavala, saza
Bir ipek seccade üstünde gibi, huzurla
Durdun mu toprakta namaza ?


Bilir misin köylerde akşam olunca
Çekilir el ayak ortalıktan...
Bir hüzünlü ay doğar karanlığa sapsarı.
Başlar bir ağıt gibi sulardan, kapılardan
Kurbağa feryatları, köpek ulumaları...

Geceleri süt kokan, gübre kokan evleri
Topraktır hep damları, duvarı kerpiç...
Seferberlik yıllarını dinlerken ürpererek
Tandır başlarında uyudun mu hiç?

Kış günleri trenlerle geçtin mi uzak köylerden
Gördün mü dehşetini, tipinin karın...
Çektin mi hiç acısını istasyonlarda
Tandır ekmeği satan, yumurta satan
Yarı çıplak çocukların...

Kılığın kıyafetin sarmadı beni
Söylediğin türküler bizim türkümüz değil
Başka çeşmelerden doldurmuşsun tasını
Yüreğinde nakış yok, acı yok bizden
Bulutlar rahmetini kesmeden yavaş yavaş
İnsanlar selâmını esirgemeden
Savuş git içimizden...

Ve şairin mefkûresinin özeti olan şu mısralarla bitiriyorum:

“Bir âlem düşünürüm ezan sesinde

Bir âlem: Ötenin çok ötesinde

Kimseler görmese, gidip diz çöksem,

Ağlasam caminin bir köşesinde”

‘Ezan sesinde bir âlem’ düşünen, bu toprağın sesine kulak veren, millet ve memleket sevdalısı şairin ardından edilen ne çok dua vardı! Güzel olan buydu işte. Rahmetle anılmak…

Ruhu şad olsun!

Selamların en güzeliyle…

Hacı Halim Kartal, 13 Ekim 2025

ICERIK_ARASI Reklam Alanı
SOL1 Reklam Alanı

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ

MOBIL_UST Reklam Alanı
Alt Banner Reklamı