Âdemden beri insanların yahut toplumların birbirleri ile ilişkilerinin seyrinde hep değişiklikler hâkim olmuş, olmaya da devam edecektir.
Haktan, hakikatten, adalet ve merhametten uzaklaşıldıkça uç vermeye başlayan tavır alışlar, kıskançlıklar gün olmuş Habil- Kabil örneğinde olduğu gibi kardeşi öldürmeye kadar uzanabilmiştir.
Sonrası malum: Bitmeyen husumetler, kavgalar, savaşlar…
Bugün ulus devletlerin birçoğu aynı zamanda birbirine hasım olan devletlerdir. Her an birbirlerini yok etmek veya iyice zayıflatmak üzere savaşa tutuşabilirler. Bu ihtimalin yüksek oluşu sebebiyle sürekli silahlanma yarışı içinde milyonlar, milyarlar harcamaktan çekinmezler.
İnsanların birbirleriyle ilişkilerini tanımlarken kullandığımız limoni,az şekerli, beton veya buz gibi kelimeleri hakikat ile ilişkimize de mi taşıdık?
Yani bazı insanlarla aramız soğuk hatta açık olabilirken hakikatle aramız da açık, soğuk, limoni vs. olabilir mi?
Ahvale bakarak insanlarla olduğu gibi hakikatle de aramızın pek iyi olmadığını düşünüyorum. İnsanlarla aramızın açık olmasının en önemli nedeni hakikatle bağlarımızın tel tel kopmuş olması her halde.
Düşünüyorum dediğime bakmayın; çünkü ‘düşünüyorum’, ‘inanıyorum’ kelimelerini kullanmak bünyesinde büyük iddiaları barındırıyor. Bu iddiaları kendimize soracağımız şu sorularla test edebiliriz: Bu konuda ben ne düşünüyorum? Düşünebiliyor muyum hakikaten?
Gecesinde gündüzünde hep başkalarının sözlerini, eylemlerini veya paylaştıklarını anında beğenmekle veya paylaşmakla ömür tüketenlerin kendilerine ait bir düşünceleri olabilir mi?
Gökhan Özcan 14.07.2025 tarihli ‘Hiss-i Müşterek başlıklı yazısında düşünce ile hakikat ile aramıza giren yahut girmesine izin verdiğimiz virüsler sebebiyle buna gönül rahatlığı ile evet denemeyeceğini söylüyor.
Yazarın ‘hiss-i müşterek’ dediği şey; bir varlığa, olaya, olguya bakışta, düşünme, hatırlama, hayal etme ve sezme gibi melekelerin ‘ bir ortak duyuda birleşmesi’dir anladığım kadar. Diyor ki:
“Bir hiss-i müşterek ile mi bakıyoruz hayata, insana, eşyaya bugün? Hafızamız kurgulanmış, sezgilerimiz manipüle edilmiş, hatırımız örselenmiş durumda büyük ölçüde. Muhayyilemiz işgal altında, tefekkürümüz devre dışı neredeyse! Kimler neyin hayalini kuruyor bir bakalım? Reklam ve propagandaların oltasına gelmeyen kaç tane hayalimiz var? Etiketi olmayan neyi arzuluyoruz? Neyi etkileyici, güzel, cazibeli bulurken kendi iç temayüllerimizden yola çıkıyoruz? Neyi başkalarından duymadan, ezberlere kapılmadan, kendi aklımızla kendi fikrimizle anlıyoruz? Neredeyse tamamen kodlanmış bir dünyanın insanlarıyız biz. Bize hazır verilenin yerine kendi muhakeme ve muhayyilemizden aldığımızı koyabilmek için en ufak bir gayretimiz yok. Daha kötüsü böyle bir farkındalığımız da yok! Üç aşağı beş yukarı hepimizi aynı kişi yapan bir büyük felaket bu ve yazık ki pek de rahatsız değiliz bundan!”
Neden?
Gözlerimizi ve kulaklarımızı serbest piyasa şartları denilen kulvara çevireli duygularımız da emtia fiyatlarındaki dalgalanmalar gibi artık. Anlık değişimlerle birlikte hareket ediyor.
Ahmet Hamdi Tanpınar’a göre zaman dünü, bugünü ve yarını içine alan tek parça ve geniş bir an idi. Zaman algısı bu bütünlük içinde olan şair için eşya alelade bir varlık olmaktan çıkıyordu. Mesela ‘Bursa’da Zaman’ şiirinde ‘Orhan zamanından kalma bir duvar/ Onunla bir yaşta ihtiyar çınar’, ‘Bir rüyadan arta kalmanın hüznü içinde’ şaire gülümseyebiliyor, her isim ‘geçmiş zamanın sihrini’ yaşıyordu.
Köprülerin altından çok sular geçti, devran döndü.
Süleyman Seyfi Öğün, varlığa bakışımızdaki bu değişimi, modern insanın yeni zaman algısında bu bütünlüğün parçalanmasına bağlamaktadır. ‘Zamanın Ruhu, Zamanın Aklı’ başlıklı yazısındaNarsizmi merkeze koyan tüketim insanının baş tacı ettiği yeni zaman algısında artık geçmişin de geleceğin de olmadığını söylüyor; çünkü Öğün’e göre Bu algıyı yöneten slogan ona fasılasız olarak ‘anı yaşa’ diye telkinde bulunmaktadır.‘Anda yaşananların anda kalması kaçınılmaz’ olduğu için bu dinamik bütün duyguları köreltmiş ve en nihayet bu durum bizi yazarın pek yerinde ifadesiyle‘yaşadıklarımızın seyircisi haline’ getirmiştir. (31.07.2025)
Gazze’de oluk oluk insan kanı akıyor, aylarca bir damla suya bir lokma ekmeğe hasret çocuklar açlıktan kırılıyor. Oturup seyrediyor, biraz sonra katıldığımız şenlikte ‘ha babam ha’ tepiniyoruz çılgınlar gibi. Bebeklerin açlıktan ve susuzluktan can verdiği bir âlemde tüketim alışkanlıklarımızda hiçbir değişikliğe gitmiyoruz.
Ne yazık ki her gün gözlerimizin önünde yaşanan hakikat bu!
Lakin artık adımız gibi iyi biliyoruz ki hakikatle aramız artık çok açık!
Hakikatle aramızda neler yok ki!
Selamların en güzeliyle…
Hacı Halim Kartal/ 04 Ağustos 2025

