Televizyonların haber bültenleri nicedir felaket bültenlerine dönüşmüş durumda. Masum insanların tamamen keyfi denebilecek şekilde yüzer yüzer katledildiği Gazze haberleriyle kaçıp giden tadımız, cennet yurdumuzun birçok yerinde çıkan/çıkarılan yangınlarla terk-i diyar eyledi.
Evlerimizde artık elektrik kesintileri dışında nadiren kapanantelevizyonlarda saatlerce felaket haberleri izliyoruz.
Bu sabah, bir şeylerle meşgul olmaya çalışırken dikkat ettim: Bir muhabir, naklen yayına bağlandığı bir bölgede kopkoyu dumanların zümrüt yeşilini de göğün mavisini de kızıl griye dönüştürdüğü görüntüler arasında yer yer nefes almakta zorlanarak yaşanan cehennemi felaketi anlatmayı neredeyse bir saattir sürdürüyor. Kameranın görüş alanına girenler, havadan ve karadan bu büyük felakete karşı yürütülen canhıraş müdahale ve mücadeleler neredeyse savaş sahneleri…
Mavisiyle- yeşiliyle; sarısıyla- kırmızısıyla velhasıl gözlere ve gönüllere sürur veren tüm renkleriyle cennet vatanımızı cennet kılan renklerinden elbirliğiyle uzaklaştırıp yaşanmaz bir yer haline getirme çabaları içinde olduğumuzu düşündüren bir sorumsuzluk sınavının dertsiz-tasasız öğrencileriyiz sanki. Ne kadar ‘banene’ci davranırsak o kadar iyi, ne kadar ‘sana ne’ tavrı takınırsak o kadar başarılı olacağına kendilerini inandırmış…
Yıllar önce ülkemizde ve dünyamızda yaşanan huzur bozucu olayların etkisiyle ‘Tadı Yok’ başlıklı bir karalama yaptığımı hatırladım.
Bakıp görüyoruz ki dünyamız bugün daha tatsız. Çünkü ömürler dünyamızı imar etmekle, daha mamur hale getirmekle değil, daha çok tüketmek için yakıp yıkmakla, tahrip edip yok etmekle, geçip gidiyor.
Bugün olumsuz şeyler yazmamam gerektiğini söylüyor aklım, ‘ne olursa olsun, yapabileceğin bir şey varsa sadece ona odaklan, gücün ve imkânların neye elverirse onu yap!’ diyor.
Yazmamalıyım diyorum; ama nereden dilime takıldı ise bu söz, zihnimde bir yığın çağrışımlar meydana getiriyor, derinleşme istidadı taşıyor, yakamı da bir türlü bırakmıyor.
‘Tadı yok’ sözü Divan şiirimizin gazelleri için şahane bir redif olabilirdi yahut şiirlerini irticalen oluşturan âşıklarımızdan birine ayak… Kim bilir ne mükemmel dizeler oluştururlardı.
Mesela sazına şöyle bir düzen veren bir âşık şu haziran-temmuz sıcağında dinlediği aynı haberlerden bunalmış, tabiatın bağrına, bir ağaç gölgesine de kendini atamamış vaziyette:
Keneler istila etmiş yurdumu,
Haziranda gezmelerin tadı yok.
Hormonsuz domates yiyemiyoruz;
Kaç zamandır ağzımızın tadı yok.
Yahut…
Yangınlar her yerin sarmış yurdumu,
Kırlarda maskesiz gezemiyoruz.
Sabotaj diyorlar bu alçaklığa,
Her dem sırtımızdan vuruluyoruz.
Dörtlüğüne benzer şeyler mi söylerdi, bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa o da bu zamanlarda birçok şeyin tadının kalmadığı…
Köye doğru gidiyorum. Yol kenarında bir tarlayı inceleyen çiftçileri görüyorum. “Tohumların çoğu yüzeydeki sert tabakaya çarpıp geri dönerek ölüyor, sulayabilsek iyi olacak; ama…”diyorlar. Muhayyilem beni şiirin ayağı yönünde sürüklüyor.
Çaylar kuru, ziraatın tadı yok.
Komşuda düğün var. Pahalı bir çalgıcı takımı kocaman hoparlörlerden yükselen sesleriyle yeri göğü inletiyorlar. İnletiyorlar da ortalıkta kimseler olmayınca bu işte eksik olan bir şey olduğunu düşünürken birden şu sözün hücumuna uğruyorum:
Anlaşıldı; nağmelerin tadı yok.
Düğün dedim de aklıma kına gecelerinde müziğin ritmine kendimizi kaptırarak oluşan coşku, bu coşku ile kimi silah tutkunlarının kendilerini frenleyemeyerek fezayı kurşunlamaları yahut son zamanlarda zenginlik ölçüsü haline gelen havai fişek gösterileri geldi. Bir de nikâh memurunun o hayati sorusuna var güçleriyle ‘ eveeet!’ diye karşılık veren eşlerin bana biraz inanarak değil de tahrike kapılarak öyle söylediklerini düşündüren cevapları… Hiçbir masraftan kaçınılmayarak yapılan bu düğünlerden kısa bir süre sonra bir bakmışsınız aileler soluğu mahkemelerde alıyorlar.
Demek ki… Der demez ardında şu sözler takılıyor:
Her şeyimiz göstermelik, şölenlerin tadı yok.
Evlerimizi işgal ordular gibi koltuklar, kanepeler kapladı, bir kişinin kolaylıkla kaldıramayacağı ağırlıkta bazali yataklarda yatıyoruz; yatıyoruz da beyinler rahat olmayınca rahat kalkmak ne mümkün!
Çünkü…
Uyku bozuk, rüyaların tadı yok.
Siyasetimiz insan kandırma sanatına dönüşmüş. Kavram kargaşası içinde bocalamaktayız. Kimimiz ulusalcı, kimimiz milliyetçi muhafazakâr, kimimiz demokrat liberal, kimimiz sosyal demokrat, cumhuriyetçi… Hepimiz aynı gemideyiz; ama birbirimizi batırmaya çalışıyoruz. Hâlbuki sonuç baştan belli… Gemi battığı zaman bu işten kazançlı çıkacak biri olmayacak. Yani:
Ortalık yangın yeri.. teneffüsün tadı yok.
Şu güzelim ülkemizde o kadar çok sebebimiz var ki birbirimizi sevmek, birbirimizin elinde tutmak ve birbirimizle kucaklaşmak için. Gel gelelim kapıldığımız hırslarla oluyor bu tahammülsüzlüğümüz; bir iyice düşünsek kava için bir nedenimiz yok. Velhasıl…
Kardeşçe yaşamayı beceremiyoruz, gidişatın tadı yok.
Merhameti aramızdan kaldırdık.
Öylesine kaldırdık ki…
Artık hiçbir şeyin tadı yok.
Selamların en güzeliyle…
Hacı Halim Kartal/ 07 Temmuz, 2025

