Türkiye’nin özellikle Konya–Antalya sınırlarında, Toros Dağları’nın zorlu ve gizemli coğrafyasında, nesiller boyu anlatılagelen “Giden Gelmez” efsaneleri son yıllarda yeniden gündeme geldi.
YouTube ve sosyal medyada Halil Özdil gibi isimlerin “orada gizemli şeyler oluyor”, “uyanamıyoruz” gibi iddialarla süsledikleri videolar milyonlara ulaştı. Ancak bu dijital efsanelerin perdesi aralandığında, karşımıza bir “hayalet diyar” değil, son derece gerçek, sert ve büyüleyici bir coğrafya çıkıyor.
Bu yazı, sosyal medyadaki söylentilerin ötesine geçerek, bölgeyi defalarca adımlamış bir doğa yürüyüşçüsünün gözlemleriyle “Giden Gelmez” fenomeninin ardındaki jeolojik ve ekolojik gerçekleri irdelemeyi amaçlamaktadır.
1. Dijital Çağda Efsaneler: Gizem Ekonomisi ve Algoritmaların Oyunu
Sosyal medya algoritmaları, şok, gizem ve açıklanamayan olaylara öncelik verir. “Giden Gelmez” gibi halk arasında zaten bilinen hikâyeler, bu sistem için biçilmiş kaftandır.
İçerik üreticileri, genellikle:
-
Dramatik Anlatım: Doğa olaylarını doğaüstü bir temele oturtur.
-
Belirsiz Kaynaklar: “Bir tanıdık anlatmıştı” gibi doğrulanamaz ifadeler kullanır.
-
Duygusal Tetikleyiciler: “Uyanamama”, “kötü enerji”, “kaybolan ekipler” gibi korku uyandıran temalarla merak duygusunu körükler.
Bu yöntemler izlenme sayısını artırır. Ancak aynı zamanda binlerce kişinin bu ücra bölgeye ilgi duymasına da neden olur. Bu yönüyle sosyal medya, efsaneleri yeniden üretirken, aynı zamanda bölgeye dair merak ve farkındalık da yaratır.
2. Efsanenin Ardındaki Gerçek: Zorlu Bir Coğrafyanın Sessiz Dili
Seydişehir, Beyşehir ve çevresinde doğasever ekip arkadaşlarımızla onlarca kez yürüdüğümüz bu bölge, doğanın sert yüzünü gösterir. “Giden Gelmez” isminin ardında, aslında doğanın kendi yasaları vardır.
• “Bir Adım Sonrasını Bilememek”: Karstik Tuzaklar
Bölge, Türkiye’nin en yoğun karstik arazi yapılarından birine sahiptir. Yer altı sularının kireçtaşını eritmesiyle oluşan dolinler ve obruklar, metrelerce derinliğe ulaşır. Bu çukurlar, yoğun orman ve bitki örtüsü altında tamamen gizlenir.
Bir yürüyüşçü için bir sonraki adım ya sağlam bir zemin, ya da geri dönüşü olmayan bir boşluk olabilir.
• “Binlerce Derinlik”: Canlılar İçin Görünmez Tuzaklar
Bu obruklar yalnızca insanlar için değil, bölgedeki yabani hayvanlar için de ölümcül tuzaklardır. Kışın karla kapandığında bu çukurlar görünmez hale gelir. Avcıların, hayvanların veya yürüyüşçülerin bu çukurlara düşmesi, efsanedeki “gidip dönülememe” kısmına trajik ama gerçekçi bir temel oluşturur.
• “Kış Aylarında Gidilemez”: Doğanın Sert Kuralı
Torosların yüksek kesimlerinde hava ani şekilde değişir. Yoğun sis, kar fırtınası ve kaygan zemin, kış aylarında bölgeyi gerçek anlamda ulaşılamaz hale getirir. Bu da efsanenin “gidenin gelmemesi” algısını güçlendirir.
3. Sonuç: Gizem Değil, Saygı Gerektiren Bir Doğa Harikası
“Giden Gelmez” dağlarıyla ilgili en büyük hata, onu ya tamamen doğaüstü bir masal, ya da tamamen uydurma bir hikâye olarak görmek olur. Gerçek, bu iki uç arasında bir yerdedir.
Burası, saygı duyulması gereken bir doğa laboratuvarıdır. Sosyal medyanın yarattığı ilgi, bölgenin bilinçli ve hazırlıklı doğa yürüyüşçüleri tarafından keşfedilmesi için bir fırsata dönüştürülebilir.
Efsaneler, insanın doğa karşısındaki sınırlarını ve korkularını anlatır. “Giden Gelmez” efsanesi de, bu kadim coğrafyanın insana söylediği şu sessiz mesajdır:
“Bana hayran olabilirsin, ama bana saygı duymadan içime giremezsin.”
Doğanın dili gizem değil, gerçektir. Onu anlamak, efsaneleri çözmekten çok daha derin bir deneyimdir.

